Ülkücü, Mustafa Sami BARSHAN’dan: ŞEHİDİMİZİN NAAŞINI NASIL KAÇIRDIK..

Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi ve oturan insanlar

Yıl 1975…

Ülkücü İşçiler Derneği Genel Merkezinde ülküdaşlarla birlikteydik. Üzücü bir haber aldık. Komünistler, yalnız yakaladıkları Türk Milliyetçisi genç bir arkadaşı şehit etmişler.

Şehidimizin naaş’ının Cebeci’deki Tıp Fakültesi morgunda olduğu, ailesine verilmediği bilgisi geldi. Son görevimizi yapmalıydık. Neden, niçin Şehidimizin naaşı kader arkadaşlarına, ailesine verilmez anlamış değilim.

Uzun lafın kısası, Bozkurtlar olarak on kişi kadar vardık, Ankara Tıp Fakültesi morgundan şehidimizin naaş’ını kaçırdık. Şanlı Bayrağımıza sarılı tabutla  tekbirlerle, dualarla Sıhhıye’deki  Dil, Tarih, Coğrafya  Fakültesinin önüne kadar geldik.

Burada diğer Ülküdaşlarla buluşup kabristana gidecektik. Ailesi de bizi bekliyordu. Buraya kadar her şey yolunda gitmişti. Yusuf OKUMUŞ ve beraberindeki Ülkü Ocaklı kardeşlerimizin de katılımıyla yüz kişi kadar olmuştuk.

Bir anda Polisler  etrafımızı sardı. Zamanın Asayiş Müdürü beni tanımış olacak ki, beni ve yakınımda bulunan ülküdaşlarımızı  guruptan ayırmayı başardılar. Emniyete götürüldüğümüzde sayımız 15’e ulaşmıştı.

İki gün sure ile emniyette sorgulandık. Sorgucular, işkence konusunda uzman kişilerdi. Dayak ve çeşitli işkenceler altında, Şehidimizin naaşını  kaçırmaktan değil de, hiç ilgisi ve alakası olmayan olaylardan sorgulandık...

İki günlük sorgu sual, dayak ve işkence faslından sonra, yolumuz yine Mamak askeri cezaevine düştü…

Mamak cezaevinde görevli bir yüzbaşı bizleri içtima ’ya çekti.

O sordu biz cevap verdik:

Ben, - “Dolmuş şoförlüğü yapıyorum tesadüfen oradaydım” dedim.

Ülkücü işçilerden Zonguldaklı Mehmet’te - “Ben işçiyim, yevmiyeyle çalışıyorum” dedi.

Diğer Ülküdaşlar; “öğrenciyiz” dediler.

Komutanın, şoför ve işçi yalanına inanmadığı belliydi ancak bozuntuya vermedi.

***

Mamak cezaevinde  en kıdemli genel merkez yöneticisi olarak ben ve Yusuf Okumuş vardık. Yusuf, Ülkü Ocakları eski yöneticilerindendi, Cebeci’deki Kütahya Öğrenci Yurdunun Müdürlüğünü yapıyordu. 

Diğer Ülkü Ocak’lı genç kardeşlerimle o akşam tanıştık. Ülkücü İşçilerden gelen 6-7 kişiyi tanıyordum. Kardeşlerimizle, birbirimizi göremesek de,  gönüllerimizi birleştirmeyi, koğuştan koğuşa dertleşmeyi başarmıştık.

Sivaslı olduğunu söyleyen kardeşimize, Sivas’tan Avni Yazıcıoğlu’nu tanır mısın? diye sordum. - “Aile büyüğümüz, akrabam olur” dedi. Avni Yazıcıoğlu Sivas’ta Ülkücü İşçilerin şube başkanıydı. Başarılı, sevdiğimiz, güvenilir, sağlam bir ülküdaşımızdı.

Konuştuğum Ülküdaşım Muhsin Yazıcıoğlu’ydu. Ankara’ya bir sene kadar evvel  geldiğini öğrendim. Bu genç Ülküdaşımızda diğer vatan evlatları gibi,  "Gardaş" diyenlerdendi. Diğer genç kardeşlerimizle, Ali Haydar Kitis ve Mustafa Çalık’la burada tanıştık.

Mamak’ta kaldığımız koğuşlar hücrelere ayrılmıştı. Ranzalı, arkasında kısa duvarı bulunan, WC’li, demir parmaklıklıydı. Bizden evvel Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Arslan burada yatmışlar.

Yusuf Okumuşla beraber Türk-İslam töresine göre duruş, davranış, ülkücülük gibi konularda seminer verilmesini organize ettik.

Bizlerden başka cezaevinde kalan başka sivil yoktu. Bizler, diğer deyişle "siyasiler" askeri ceza evine getirilmiştik. Asker mahkumlar, “kara gömlekliler” olarak tanınıyordu. Cezaevi yönetmeliğine göre bizlerin de "kara gömlek" giymesi gerekiyormuş. Cezaevi sorumlusu Yüzbaşı, - “Yeteri kadar üst baş yok. Siz sivil olarak kendi giysilerini kullanacaksınız” dedi.

Cezaevi yöneticisi Yüzbaşı (Kırıkkaleli idi) bizlere iyi davranıyordu.

On gün sonra hücrelerden çıkarılıp hep bir arada olacağımız koğuşa götürüldük. İddianame, ifade, sanıklık vesaire hiç biri belli değildi. Bekletiliyorduk. Koğuş penceresinden baktığınızda Ankara’nın bir bölümü  görünüyordu. Övünmek gibi olmasın koğuşumuz Ankara manzaralıydı. Böyle bir imkan cezaevi şartlarında lükstü.

Yüzbaşı bir hafta kadar sonra yanımıza geldi. Bizimle konuştu, nasihatte bulundu. Aldanmadığını anlatmak için olsa gerek; - “Siz beni kandırdığınızı zannetmeyin.  Ne sen şoförsün, ne de sen işçisin” dedi.

Bizleri doğru anladığını ve kendini anlatmak için olsa gerek sözlerini şu mealde sürdürdü: - “Sizler ananızın babanızın malına sahip çıkmak, şahsi menfaatinizi korumak için burada değilsiniz. Ben sizleri iyi anlıyorum. Kötü maksatlı kişiler değil, gerçekten vatanını seven, milletine sahip çıkmak isteyen kişilersiniz. Aman sokak hareketlerinde dava hizmeti aramayın. Bizler de görevimizi yapıyoruz, sizlerin de samimi davranacağına şüphem yok. Sizlere güveniyorum…”

***

Cezaevinden çıktıktan sonra da arkadaşlarla temaslarımız devam etti. Bir yıldan fazla bir zaman geçmişti. O zamanki Gençlik Kolları Genel  Başkanı Gökhan Maraş, Türkmen Onur ve Ülkü Ocağı Genel Başkanı Muharrem Şemsek, benimle görüştüler. - “Muhsin’i (Yazıcıoğlu’nu) tanır mısın? Ocak başkanlığını yapabilir mi? Sizlerle beraber Mamak’ta kalmış, ne dersin? diye sordular.

O yıllarda Ülkücü Kuruluşlar da görev yapan Ülküdaşlar arasında istişare yapılırdı. Atama yolu ile değil, istişare yolu ile, liyakat, ehliyet, güvenilir olma gibi niteliklere sahip olanlar göreve seçilirdi.

Ben de; -“Davaya inanmış  sağlam  bir arkadaş.  Akrabası da bizim Sivas şube başkanımızdı. Yetkisini de ben vermiştim” dedim.

Yusuf Okumuş’a da sorulmuş, o da benim gibi olumlu konuşmuş.

Övünmek gibi olmasın, efsane Ülkü Ocağı Genel Başkanımız Cennetmekan rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’nun Genel Başkan olmasına bir nebze de olsa katkımız olmuş ise, bu ne büyük bir bahtiyarlıktır.

Gardaş demeni özledik Muhsin Başkan…

Ruhun şad olsun…

 ***

Tarihe not düşen Ülkücü, Mustafa Sami BARSHAN’dan hatıralar: -5-

ŞEHİDİMİZİN NAAŞINI NASIL KAÇIRDIK… YİNE MAMAK ASKERİ CEZAEVİNDEYİZ…

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren ve imla kuralları ile
yazılmamış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ali BİLİR Arşivi
SON YAZILAR