Muharrem GÜNAY

Muharrem GÜNAY

ANADULU’NUN TÜRKLEŞMESİ VE İSLAMLAŞMASINDA YUNUS EMRE’NİN ROLÜ VE ÖNEMİ

Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşmasında Yunus Emre’ye ayrı bir yer açmak icâb eder. O Hoca Ahmed Yesevî hazretlerinin Anadolu’daki görüntüsü ve tasavvuftaki milliğin en güzel örneklerinden birisidir.

            Yunus Emre’nin ahirete ne zaman göçtüğü ve mezarının nerede olduğu kesin olarak belli değildir. Yunusun gömülü olduğu söylenen epeyce yer vardır. Bursa, Bolu, Eğridir, Erzurum,(Düzce Köyü), Keçiborlu, Karaman, Sarıköy ve daha başka yerlerde Yûnus’un yattığı ileri sürülen mezarlar bulunmaktadır. Hiç şüphesiz bunlar kabir (mezar) değil, birer makamdır. Bunlar arasındaki Sivrihisar’a bağlı Sarıköy’deki mezar, Yûnus’un gerçek mezarı olarak kabul edilebilir (Timurtaş, F. K. s. 18).

            Yunus Emre’nin Türkiye’de on beş yerde mezarı bulunmaktadır. Bu mezarlardan birisi de Afyonkarahisar’ın ilçesi Sandıklı’dadır. Sandıklı’nın Yeni Çay köyü Sandıklı Belediye Meclisi kararıyla belediye sınırları içerisine alınarak Yunus Emre Mahallesi olarak değiştirilmiştir (Gündoğan, 1999, s.83).

            Yunus Emre’nin Afyon ve civarında yaşadığını doğrulayan belgeler de vardır ki bunların en önemlisi bizzat Yunus’un şiirleridir. Yunus’un bu şiirlerine kendisiyle aynı dönemde yaşamış Afyonlu Karacaahmet Sultan,  Hayran Balı’nın adlarının geçmiş olmasıdır. (Gündoğan, 1999, s.81)

            Yunus Emre’nin Anadolu’da 15 kadar mezar ve makamının bulunuyor olması O’nun halk üzerinde ne derecede tesirli bir mutasavvıf olduğunu göstermektedir.

            Yunus Emre büyük bir mutasavvıf halk şairidir. Onu öbür halk şairlerinden ayırmak gerekir. Yunus bir ozan, bir saz şairi değildir. Ozan, saz şairi, daha sonraları ve bu gün âşık denen halk şairleri saz ile birlikte söylerlerdi. Yûnus’un bu saz şairleri ile ilgisi yoktur. Yûnus, ayrı bir nev’ın (çeşidin) ayrı bir ekolün sahibidir. Ahmed Yesevî ile XII. Asırda Türkistan’da başlayan Türk tasavvûfi halk edebiyatı, XIII. Asırda Anadolu’da Yûnus Emre’nin şahsında en yüksek derecesine ulaşmıştır. Daha sonra, onu takip eden birçok şâir yetişmekle beraber, onun vardığı zirve aşılamamıştır. Ahmed Yesevî’nin “Hikmet” lerine karşılık Yûnus’un ilahiler söylemiştir. Saz şairleri ise koşmalar terennüm etmişlerdir. Yûnus’un ilâhileri, tekkelerde besteli olarak da okunmuştur (Timurtaş, F. K. S 36-37).

            Yûnus Emre, Eski Anadolu Türkçesi’nin en büyük temsilcilerinden biridir. Bu dilin meydana gelmesinde en mühim rolü oynadığı, onu son derece güzel kullanıp işlediği geliştirdiği için, hâttâ bu devrenin en büyük san’atkârı kabul edilebilir (Timurtaş, F. K. S 36-34-35).

            Anadolu Selçuklu devleti zamanında din ve ilim dili olarak Arapça, edebiyat dili olarak Farsça kullanılıyordu. Bir ara, çeşitli sebepler, bilhassa, millî şuur noksanlığı yüzünden Farsça, saray dili olmuş, resmî dil olarak kullanılmıştı. İşte Yûnus Emre ve öteki şâirler, böyle bir hava ve çevre içerisinde Türkçe’yi edebî dil haline getirmişlerdir (Timurtaş, F. K. S.35).

            Yunus Emre şeyhi Tabduk Emre’ye otuz yıl hizmet etti. Odun taşımaktan sırtı yara oldu. Fakat kimseye belli etmedi. Şeyhi onu severdi. Bu öbür dervişlere ağır geldi. Şeyhin kızını seviyor da onun için bu ağır hizmete katlanıyor dediler. Bu dedi koduyu Tabduk’a duyurdular. Tabduk Yûnus’un halini bilirdi. Onları doğru yola getirmek, şüphelerini gidermek için, bir gün Yûnus’u tekkeye çağırıp hep düzgün odun getirmesinin sebebini sordu. Yûnus “doğru olmayan bu kapuya layık değildir” diye cevap verdi. Tabduk “söyle Yûnus’um söyle!” dedi. Yûnus bu nefesin bereketiyle şâir oldu. Sonra Tapduk, ihvan yalancı olmasınlar, utanmasınlar diye kızını da Yûnus’a verdi. Bu kız Kur’an okurken akan sular durur dinlerdi (Timurtaş, F. K. s.23).

            Yûnus’ta müşahede edilen samimi insan sevgisi, hâttâ: “Elif okuduk ötürü / Pazar eyledik götürü/ Yaratılmışı severiz / Yaratandan ötürü” sözüne yüklenen canlı-cansız bütün bir mahlûkatın sevilmesine yönelik olarak duyulan derin ve samimi iştiyak, eşsiz ve benzersiz olan bir yaratıcıya dayanır. Yûnus’un duygu ve düşünce dünyasında kavganın yerini barış; hoşnutsuzluğun, huzursuzluğun yerini ise derin bir sevgi ve hoşgörü almıştır. Zirâ insanoğlunun bu dünyaya geliş sebebi kavga etmek, kötülük yapmak, toplumda fitne çıkarmak, huzursuzluğa sebebiyet vermek değil; tanışmak, bilişmek, sevmek, sevilmek ve hoşgörülü olmaktır. Bütün işlerin kolay kılınmasının sebebini tanışıklığa, dostluğa, birlik ve beraberliğe bağlayan Yûnus: “Gelün tanışuk idelüm işün kolayın tutalum Sevelüm sevilelüm dünya kimseye kalmaz“diyerek tıpkı çağdaşı olan Mevlâna’nın:

            “Gel, gel! Ne olursan ol, yine gel!.. İster kâfir, ister putperest ol, yine gel!” çağırışı gibi kâfir, Hıristiyan, Yahudi, Müslümân, fakir, zengin, siyah beyaz şeklinde hiçbir ayrım yapmadan sınırları, devirleri ve dönemleri aşan evrensel bir yaklaşımla insanımızı ve bütün insanları kucaklar; onları “sevgiye, sevmeye, sevilmeye, hoşgörüye ve birbirleriyle tanış olmaya” davet eder. İnsanın sevgi ve hoşgörüyle yüceleceğine: “Yunus miskin çiy idik/Piştik elhâmdülillah” diyerek sevgi denilen o esrârlı, o evrensel ve o ilâhi iksirle pişip, olgunlaşacağına inanan şair, sevgiyi bir bakıma kişinin her iki cihânda mutlu yaşamasının temel şartı olarak görür (Araz, Rifat, 2007, s.1-3).

            Aşağıdaki onun şiirlerinden aldığımız örnekler onun din ve dünya görüşünü açık bir şekilde anlatmaktadır:

             Cümle yaradılmışa bir söz ile bakmayan

            Halka müderris ise hakikatte âsidür (Timurtaş, s.33).

            Bir çeşmeden akan su acı tatlı olamaya (Timurtaş, s. 103).

            “Bir kez gönül yıkdun-ısa bu kılduğun namaz değül

            Yitimiş iki millet dahı elin yüzin yumaz değil (Timurtaş, s. 102).

            Yunus Emre dir hoca gerekse var bin hacca

            Hepisinden iyice bir gönüle girmektir (Timurtaş,  s. 76).

            Aksakallu pir koca bilimez hali nice

            Emek yimesün hacca bir gönül yıkar ise (Timurtaş, s.130).

            Ben gelmedim da’vi-y-içün benüm işim sevi –y-içün

            Dost evi gönüllerdir gönüller yapmaya geldim (Timurtaş, s. 107).

            Gelün tanışuk idelüm işün kolayın tutalum

            Sevelim sevilelüm dünya kimseye kalmaz (Timurtaş, s. 79).

            İsmâil Hakkı Bursavî Hazretleri Yûnus Emre’yi şöyle anlatmıştır:

             “Rivayete göre Yunus Emre yirmi sene kadar şeyhi Tabduk Emre kapısında hizmet edip getirdiği odunları dosdoğru ahlâkı gibi dosdoğru getirmiş. Şeyh bir gün odunların doğruluğundan sorunca o da “Bu kapıya eğrilik sığmaz” demiş. Şeyh bu sözü güzel bulup karşılığında ödül olarak “Var imdi, Yunus’um söyle” demiş. Ve bu nefes sebebiyle Yunus Emre’den bu kadar tevhid ve irfan sözleri sâdır olmuş ki kimse bunları söylemeye güç yetiremez. Onun için bu konuda hâtimetü’lmüteahhirîndir. Söylemediği mazmûn kalmamış ve Türkçe’de onun sözlerine muâdil gelmemiştir” (Vassâf, a.g.e. , c. I, s. 149).

            Yunus’u, Mevlana’yı ve İbn Arabî’yi özümseyen İsmail Hakkı Bursevî’nin bu tespitinden ve Mevlana’nın “En üst manevi mertebelerden hangisine yükseldiysem şu Türkmen kocası Yunus önüme çıktı” (Vassâf, a.g.e. , c. I, s. 149.) itirafı da gösteriyor ki onun şiirleri Selçuklu ve Osmanlı asırlarında en az Mevlana kadar çok sevilmiştir (Özsaray, 2018. s.83).

            Ancak şurası kesindir ki onun düşünce tarzı başta Selçuklu olmak üzere Osmanlı asırlarını etkilemiş ve bu etki günümüze kadar sürmüştür. Görünen o ki gelecekte de sürecektir. Bunun sebebi Yunus Emre'nin kuvvetli bir medrese tahsili görmemiş olsa da zamanının ilimlerini öğrenmesi, Mevlana ile görüşüp ondan etkilenmesi, Tabduk Emre'nin yanında olgunlaşması, kendi ifadesiyle eline kalem almadan gönül kitabından okuyup erenlerin sohbeti ile marifetini artırmaya çalışması ve Tabduk Emre'nin dergâhından ayrıldıktan sonra irşada başlayıp gittiği her yerde tasavvufî düşüncesini yalın ve sade bir uslupla özlü dizelere dönüştürüp herkesi mutlak hakikate, yani sevgi ile Allah'ı her daim hatırda tutmaya davet etmesidir denilebilir. Yunus'un bunu yapmasında şaşılacak bir şey yoktur. Çünkü o da kendinden önceki sûfîlerin yolunu takip etmektedir. İnsanlar yaşadıkları kargaşa, kavgalar ve savaşlar arasında geçen çalkantılı ve zorlu hayat şartları içerisinde maişetlerini temin etme derdine düşüp yaratıcısını unutmakta ve yaratılanlara karşı sevgisini yitirip ne olursa olsun kazanmayı öne almaktadır. Bu da Allah sevgisi ve bilgisinden yoksun insanlarda nefsî ve kalbî hastalıklara sebep olmaktadır. Kalp dünya kirleri ile perdelendiği için Allah sevgisi orada yerleşememektedir. Yunus'un yaşadığı zaman dilimi Anadolu'nun çalkantılı bir dönemi olduğu için parçalanmış toplumu birleştirip geleceğe taşıyacak siyasi bir otorite lazım olmuştur. Nihayet bu otorite yine kargaşanın ve tefrikanın hüküm sürdüğü Beylikler zamanında Şeyh Edebali ile Osman Bey'in birliktelikleriyle Batı Anadolu'da ortaya çıkmıştır. Bundan sonra Anadolu'da dünya için cenk yerine gaza, mal, makam ve şöhret için savaşma yerine iʻlâ-yi kelimetullah için cihad hâkim olmuştur. Kuşkusuz Anadolu'daki bu değişimde Selçuklu dönemi tasavvuf ehlinin rolü büyüktür ve bunların içinde Yunus Emre mümtaz bir yere sahiptir (Özsaray, 2018. s.84).

            Yûnus Emre’nin Bektâşi olduğu iddiaları gerçek dışı olup uydurmadır. Şiirlerinde Hacı Bektaş’ı anmayan Yunus Emre’nin divanında Bektaşilikle ilgili unsurlar da yoktur. Onun bâtınî temayülleri olduğu, şeraite uymayan tevillere yer verdiği hususundaki iddia da doğru değildir. Yûnus tam mânasıyla Sünnî bir Müslümandır. Onda Şiî, Alevî temayülleri yoktur (Timurtaş, F. K. S.26).

            Şiirlerinde yer yer âyet ve hadislere telmihler yapan, onlardan iktibasta bulunan, Farsça’yı Mevlâna’yı anlayacak kadar iyi bilen Yûnus Emre, muhakkak ki, çok iyi bir eğitim görmüş, devrin bütün ilimlerini öğrenmişti. Onun bilmediğini iddia ettiği, inkâr ettiği ilim, insanı Hakk’a ve hakikate götürmeyen zahiri ilimdir (Timurtaş, F. K. S.26).

            Yûnus Emre 30 yıl kaldığı ve hizmet ettiği Tabduk Emre’nin dergâhında zamanının tamamını herhalde dergâha odun taşıyarak geçirmiş değildir. 30 yıllık zaman zarfında Şeyhi Tabduk Emre’nin hem ilmi hem de tasavvufî sohbetlerinde bulunmuştur. Mevlana ile de bir araya gelmiş ve onun sohbetlerinde bulunmuştur. Bazı kaynakarda Müfülük bazı kaynaklarda da Nallıhan kadılığı yaptığı söylenen Yunus Emre’nin bilmediğini, ilim tahsili etmediğini iddia etmek gerçeğe uygun değildir.

            Bir başka Selçuklu dönemi şeyhi Mevlana onu takdir etmiş, Yunus Emre de ondan etkilenmiştir. Yûnus Emre Mevlana ile de bir araya gelmiş ve onun sohbetlerinde bulunmuştur.

            Sözümüzü Yunus’un bir deyişleriyle bitirelim:

            “Ben gelmedim da’vi-y-içün benüm işim sevi –y-içün

            Dost evi gönüllerdir gönüller yapmaya geldim.

            Gelün tanışuk idelüm işün kolayın tutalum

            Sevelim sevilelüm dünya kimseye kalmaz.”

            Kaynaklar:

Araz, R. ( 2007).Mürekkep, Kültür Sanat Edebiyat Serisi, Nisan 2007 Ankara, Sayı:1, Kitap No:4

Gündoğan, M. (1999). Afyon Âlimleri Ve Evliyaları (571-1999), Afyonkarahisar: Medrese Kitapevi.

Özsaray, M. (2018), Arşiv Belgeleri Işığında Osmanlı'da Devlet-Tekke İlişkileri (XIX. Yüzyıl). İstanbul: Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel İslam Bilimleri Anabilim Dalı Temel İslam Bilimleri Programı, Doktora Tezi,

Timurtaş, F. K. (Tarihsiz). Yunus Emre Divanı, Tercüman 1001 Temel Eser:1.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren ve imla kuralları ile
yazılmamış yorumlar onaylanmamaktadır.
Muharrem GÜNAY Arşivi
SON YAZILAR