Atatürk’ün naaşı, vatan toprağıyla buluşuyor

Ceviz ağacından yapılmış, koyu renkli tabutun üzerindeki bayrak özenle toplandı. Tabut, daha önce vatan topraklarıyla hazırlanmış bulunan mezara, baş kısmı batıya, ayak kısmı doğuya gelecek şekilde indirildi. Saatler 13.30’u gösteriyordu. Diyanet İşleri Başkanlığı temsilcisi, mezara girerek tabutun kapağını açtı. Ata’nın naaşını hafif sağına, Kıble’ye çevirdi.

VEFATININ 81, VATAN TOPRAĞINA VERİLİŞİNİN 66. YILINDA - 9

CUMHURBAŞKANI’nın konuşması bitince, sadece protokole mensup zevat mozoleden içeri girerek sağ taraftaki merdivenlerden aşağı kata indiler ve galerili koridoru takiben sola dönerek Mezar Odası’na geldiler, mezarın etrafına dizildiler. Tabutun getirilmesini beklemeye başladılar. Komutanları Üsteğmen Cemal Tezgörücü’nün (sonradan Tuğgeneral rütbesine kadar yükselmiştir) komutasında, Muhafız Alayı’ndan 12 Mehmetçik, Ata’nın tabutunu omuzlarına alarak mozoleye girdiler. Devlet erkânının tersi istikamete, sola döndüler, alt katta yer alan mezar odasına inmek için sık dönüşlü merdiven başına geldiler. Daha önce çam ağaçlarından merdivene yapılmış bulunan kızakların üzerine tabutu özenle koydular. İpler kullanılarak tabut alt kat galerili koridora indirildi. Burada tekrar omuzlara alınan tabutla birlikte koridor geçilerek sağa dönüldü, biraz daha ilerlenerek Mezar Odası’na gelindi. Tabut kapıdan içeri sokulup, odanın sağ iç kenarına doğu- batı istikametinde yere konuldu.

Gül ağacından yapılmış bulunan dış tabutun üzerinde örtülü bulunan atlas bayrak görevli subay ve erler tarafından özenle toplandı. Etnoğrafya’da çıkarıldıktan sonra tamir edilerek yenilenmiş bulunan gül ağacı tabutun vidaları sökülerek kapağı açıldı. Bu büyük tabutun içinde esas naaşın bulunduğu ceviz ağacından yapılmış koyu renkli, bayrağa sarılı tabut göründü. Bu tabutun üzerindeki bayrak da özenle toplandı. Tabut alınarak, daha önce vatan toprakları ile hazırlanmış bulunan mezara baş kısmı batıya, ayak kısmı doğuya gelecek şekilde indirildi. Saatler 13.30’u gösteriyordu. Gömme işi ile meşgul olan Diyanet İşleri Başkanlığı temsilcisi mezara girerek tabutun kapağını açtı. Ata’nın naaşını hafif sağına, Kıbleye çevirdi. Kefenin boğulu olan baş tarafını çözdü. Kefeni araladı. Vücut ile kefen arasında bulunan pamuklar göründü. Kefeni biraz daha araladı. Yüzünü yokluyormuş gibi yaptığı anda, Ata’nın tahnit edilmiş esmer burnu görünür gibi oldu. Belki yüzü tamamıyla açacaktı. Fakat Celal Bayar’ın ‘açma’ hitabıyla birlikte, kefenin baş tarafı örtüldü. Tabut kapağını kapadı, yukarı çıktı.

Sıra toprak atılmasına gelmişti. Portatif küreğin gelmesi için biraz beklendi. Önce Cumhurbaşkanı Celal Bayar, sekiz köşeli dış mezarın hemen 60 cm. kadar altındaki sedde Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Nurullah Tolon ve Cumhurbaşkanlığı Özel Kalem Müdürü Fikret Belbez’in yardımlarıyla inerek, bir kürek ana vatan toprağını, yukarıdan bakıldığında tabutun sol baş tarafına bıraktı. Sonra sırasıyla Meclis Başkanı Refik Koraltan, İkinci Cumhurbaşkanı, Atatürk’ün yakın silah arkadaşı İsmet İnönü ve Başbakan Adnan Menderes toprak attılar. Üzüntüden yüzünün rengi solmuş olan İsmet Paşa, sedde indirilirken yardım istememesine rağmen, oradakiler tarafından tutulmuş ve tabutun üzerine bir kürek toprak bırakmıştır. Bu arada Prof. Fuat Köprülü, toprağı attıktan sonra fenalık geçirmiş, Eski Meclis Başkanı Abdülhalik Renda ise toprağı güçlükle atmıştır.

Yürümekte zorluk çeken Atatürk’ün kız kardeşi Makbule Hanım, Milli Eğitim Bakanı Rıfkı Salim Burçak’ın yardımıyla geldi. Ağlayarak, ağabeyinin mezarına toprak attı ve su serpti. O sıra görevli olarak bulunan öğrenci temsilcisi Yekta Güngör Özden koluna girerek çıkmasına yardımcı oldu. Bu arada, Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın eşlerinin gönderdiği sure yazılı bir kâğıt, Daire Müdürü Memduh Bey tarafından toprağa karıştırıldı. Ayrıca, mozolenin girişinde sağ ve solda yer alan Onuncu Yıl Nutku ve Gençliğe Hitabe’nin yazı şablonlarını da hazırlamış bulunan Prof. Dr. Emin Barın’ın ceylan derisi üzerine hat sanatının incelikleriyle yazdığı Atatürk’ün ölüm raporu bir gümüş muhafaza içinde mezara konuldu.

Protokole mensup zevat odanın dışında beklerken; Anıtkabir Bölük Komutanı Piyade Yüzbaşı Halit Yener, Üsteğmen Cemal Tezgörücü, Üsteğmen Mustafa Eser, Mühendis Osman Bey, 12 er ve iki işçi içeride mezar başında kalmış ve mezarı kapatma işini yapmışlardır. Anıtkabir Bölük Komutanı Yüzbaşı Halit Yener, arkadaşlarıyla birlikte kaleme aldığı notlarında bir ayrıntıyı öğrenmemizi sağlıyor: “Mustatil (dikdörtgen) mezar kısmını örtecek küçük arabanın üzerindeki beton levhalar hazırlanırken, mezar başında ben, C. Tezgörücü, 12 Er, Mühendis Osman, Binbaşı Şevki, Üsteğmen M. Eser ve iki amale kalmıştı. Kimin sorduğunu hatırlamadığım ‘tabutun kapağını açmak lazım mı?’ hitabına kimseden cevap çıkmayınca veya cevap verecek salahiyetli kimse kalmadığından uzun bir sükût oldu. Ben ‘açmak lazım’ derken, C. Tezgörücü’nün mezara inmesini söyledim. İndi, tabut kapağını açtı, etraftan konuşmalar oldu ve kapak bir karış kadar açık bırakıldı…”

Mezar kısmını örtecek, küçük bir arabanın üzerinde kenarda bekletilen beton levhalar hazırlandı. Mühendis Osman’ın nezaretinde daha önceden mezarın üzerine kurulmuş bulunan iskele vasıtasıyla vinç kullanılarak bu beton kapaklarla mezarın üstü örtülmeye başlandı. Bu levhalar ile tabutun arasındaki mesafe 120 cm. kadardı. Son levha tam uymadığından biraz yontularak yerleştirildi ve mezarın üzeri tamamıyla kapatıldı. Beton levhaların üzerine tekrar toprak atıldı. Bu iş bittikten sonra, mevcut çelenkler toprağın üzerine serpiştirildi. Kapı kilitlenerek anahtar Cumhurbaşkanlığına gönderildi. Atatürk’ün naaşının defnedildiğine dair resmi tutanak şu şekildedir: “Büyük Atatürk’ün naaşının 10.11.1953 Salı günü Etnoğrafya Müzesi’ndeki muvakkat kabirden alınarak 10. 11. 1953 Salı günü saat 13. 30’da ebedi istirahatgâhı olan Anıtkabir’deki metfenine getirilmiş olduğu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi Refik Koraltan, Başvekil Adnan Menderes, Büyük Millet Meclisi eski Reisi Abdülhalik Renda, Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisi Orgeneral Nuri Yamut, Riyaset-i Cumhur Umumî Kâtibi Nurullah Tolon, eski Riyaset-i Cumhur Umumî Kâtibi Kemal Gedeleç, Ankara Valisi Kemal Aygün, Ankara Belediye Başkanı Atıf Benderlioğlu’nun huzurlarıyla konulduğunu gösteren işbu tutanak müştereken tanzim ve imza edilmiştir (İmzalar).”

DOÇ. DR. CAHİT ÖZEN TÖREN VE DEFİN İŞLEMİNİ ANLATIYOR

“Tabut on iki yüksek rütbeli subay tarafından alınarak Etnografya Müzesi önünde bekleyen top arabasına yerleştirildi. Belirli saatte Cumhurbaşkanı Bayar, Başbakan Menderes, sivil ve asker protokole dahil zevat, yabancı elçiler ve davetlilerle büyük bir halk kalabalığının katıldığı kortej Anıtkabir’e doğru hareket etti. Ben, Dr. Nusret Mutlu ve Dr. Şeref Yazgan resmi bir otomobil ile başka bir yoldan Anıtkabir’e gittik. Bir süre sonra kortej Anıtkabir’e geldi. Anıtkabir avlusunda hazırlanan bir katafalk önünde Cumhurbaşkanı bir konuşma yaptı. Anıtkabir’de mezar, lahit taşının bulunduğu yerin altındaki bir odada hazırlanmıştı. Mezar kenarında illerden gelen toprak bulunuyordu. Gül ağacından yapılmış tabut ve madeni sanduka müzeye konulmak üzere alındı. Naaşın bulunduğu tabut, bir vinç ile mezara indirildi, üst kapağı aralandı. Mezar odasına inen Cumhurbaşkanı, Başbakan, bakanlar ve eski Cumhurbaşkanı İsmet İnönü mezara birer kürek toprak attılar. Mezarın beton kapakları kapanıncaya kadar ben de orada bulundum.”

NAKİL TÖRENİ VE DEFİN İŞLEMİ RADYODAN CANLI YAYINLANIYOR

Atatürk’ün naşının Etnoğrafya’dan Anıtkabir’e nakil töreni, Bayındırlık Bakanı M. Çavuşoğlu imzasıyla ilgili kurumlara yazılan görevlendirme yazılarıyla hem radyodan canlı yayınlanmış, hem de filme alınmıştır. Basın Yayın ve Turizm Umum Müdürlüğü’ne yazılan 10 Ekim 1953 tarihli, Anıtkabir-33154-89 sayılı ve Atatürk’ün ebedi istirahatgâhına nakli merasimi hakkında görevlendirme şu şekildedir:

“1. Aziz Atatürk’ün naşı 10 Kasım 1953 günü ekli programa göre anıt-kabirdeki ebedi istirahatgâhına tevdi edilecektir.
2. Törenin bütün safhalarının radyo ile yayınlanması tertip komisyonunca karar altına alınmıştır.

Etnoğrafya müzesindeki ve Anıt-Kabirdeki lahitin bulunduğu mahallerin çok dar olması ve protokol icabı bulunacak zevatın da çokluğu dolayısıyla buralara girecek gazete ve foto muhabirlerinin miktarının tahdidi ile kendilerine birer belge verilmesini ve bütün merasimin filime alınması için gerekli hazırlıkların yapılmasını rica ederim. Bayındırlık Vekili.” Yine film alınması müsaadesi hakkında bir yazı da 2 Kasım 1953 tarihinde Anıt-Kabir 35378-89 sayı ile Milli Eğitim Vekaleti Öğretici Filmler Merkezi Müdürlüğü’ne yazılmıştır: “12.10.1953 gün 1019/34 sayılı yazı karşılığıdır: Aziz Atatürk’ün naaşının Anıt-Kabre nakli dolayısı ile 10.11.1953 günü yapılacak olan defin merasiminin safhalarını filmlerle tespiti uygun görülmüştür. Ekibinizin merasim zamanında ve vazifesini görebilmesini temin edecek tedbirlerin alınması için Ankara Valiliğine yazılmıştır. Buna göre gerekli temasın Vilâyetle yapılmasının teminini rica ederim. Bayındırlık Vekili. M. Ç.” Töreni milyonlarca insan radyodan yapılan naklen yayından dinledi. Ankara Radyosu, Anıtkabir’deki Mezar Odası dahil 28 noktaya yerleştirdiği muhabirleri ile töreni ve defin işlemini canlı yayınlıyordu. Canlı yayına Devlet Tiyatrosu sanatçılarıda yaptıkları söyleşiler ile katıldı.

Ankara Radyosu; 10 Kasım 1953 günü nakil töreninin canlı yayınına şu anonsla başladı: “Radyomuz bugün, Türklerin en büyüğü şanına layık bir törenle ebedi istirahatgâhına tebliğ edilirken bu hazin, hazin olduğu kadar da muhteşem merasimin bütün tafsilatını memleketin dört bucağına ve bütün dünyaya duyurabilmek gibi tarihi bir vazifenin tarifi imkansız duygularıyla huzurunuza çıkmaktadır. Günlerdir Atatürk’ün şu birkaç dakika sonra Etnoğrafya Müzesi’ndeki muvakkat kabrinden ihtiram elleri üstüne alınarak Anıttepe’nin ebediyet ufuklarına yaslanan ölümsüz kalbgâhına teslim edilecek olan muazzez naaşın çevresinde çırpınıyoruz. O muazzez naaşa titreyerek bakan gözlerimizi sizin gözlerinizle bir etmek ve işittiklerimizi aynen size duyurmak için hazırlıklar yapmış bulunuyoruz. Sayısı elliye varan spiker ve söz sanatkârı ve teknisyen arkadaşlarımız büyük cenaze alayının geçit yollarının en hâkim mevkilerinde stüdyolarda yer almışlardır.

Bugün Ankara’yı bir mahşere döndüren yüz binlerce mahzun vatandaş selinin ortasında eşsiz bayrağımıza sarılmış olarak bir kere daha haşmetle, muhabbetle yeryüzünden geçen Atatürk’ün başucunda, ayağı ucunda dökülen gözyaşlarını size anlatmaya çalışacağız, dilimizin döndüğü kadar. Çünkü onun varlığını tasvire kalkışan diller tanrısal bir kudrete ulaşabildikleri zamandır ki, ancak bütün özüyle gerçeği ifade edebilirler. Şimdi Sayın Yurttaşlarımız, Atatürk’ün Anıtkabir’deki ebedi istirahatgâhına tevdi merasimine başlamakta olduğumuz şu sırada Etnoğrafya Müzesi mevkiinde bulunan arkadaşımız Can OKAN’a sözü bırakıyoruz…”

Ankara Radyosu’nun bu yayını sırasında, tören korteji 10.30 civarında Türkiye Büyük Millet Meclisi önünden geçerken olayı canlı anlatanlardan birisi de ünlü şairimiz Behçet Kemal Çağlar’dır. Behçet Kemal Çağlar, konuşmasına şu sözlerle başlıyor, ardından heyecanlı sesiyle çok güzel bir ağıt okuyordu: “Ankara’nın güzel bir sonbahar günü. Pırıl pırıl ışıklar, Atatürk’e sahip olan Türk milletinin gönlündeki gurur gibi pırıldıyor. Sarı sarı yapraklar Atatürk’ü kaybeden Türk milletinin kalbindeki hüzün gibi düşüyor.

Atatürk’ün şehri Ankara, yapılarından ağaçlarına, sütunlarından insanlarına kadar ayakta. Bir saygı duruşu içinde Atatürk’ü ebediyet yolunda uğurlamaya hazırlanıyor. Şimdi önümüzde rüzgârda dallar gibi ağır ağır sallanarak kadın ve erkek izleyiciler geçiyorlar. Bu şehirden kaç defa, kaç defa böyle uğurlandı. Kâh cepheye bozgunları durdurup zaferler sağlamaya; kâh yurt köşesine yeni bir imar ve iman hamlesi götürmeye; kâh bir memleket kasabasında yeni bir inkılâbın fikriyatını yapıp yaymaya…

YARIN: Mezara konulan topraklar nerelerden ve nasıl geldi?

Bu sefer de gidiyor. Fakat artık dönmemek üzere! 15 sene evvel yine böyle bir kasım günü Ankara’ya bir daha ayrılmamak üzere, bir daha cisim olarak görünmemek üzere gelmişti. Şimdi o günü hatırlıyoruz. O, yurdun bütün bir kalp halinde çırpındığı, bir çift göz halinde bütün milletin ağladığı gün..

“Yok gayri bizlere uyku dünek vay
Kime bel bağlayak kime dönek vay
Vay amansız ecel alçak felek vay

Türklük yüreğini dağlasın gayrı
Cihan da bizimle ağlasın gayrı

Ağla gözüm ağla yaşlar dil olsun
Kurumuş dereler baştan sel olsun
Çiçek kara açsın çayır kül olsun

Türklük yüreğini dağlasın gayrı
Cihan da bizimle ağlasın gayrı

En büyük en güzel en yiğit kayıp
Dereler denizler çağlar ağlayıp
Rabbim de gözyaşı dökmezse ayıp

Türklük yüreğini dağlasın gayrı
Cihan da bizimle ağlasın gayrı

Her gittiği yerde o şan verirdi
Aslan bakışını görse erirdi
Kaşları yeleden nişan verirdi

Türklük yüreğini dağlasın gayrı
Cihan da bizimle ağlasın gayrı

Bakışları şimşek gibi çakardı
Yarını görürdü düne bakardı
Kürsüye çıktı mı, arşa çıkardı

Türklük yüreğini dağlasın gayrı
Cihan da bizimle ağlasın gayrı

Her belâyı önler arda atardı
Dermandı her dalda hemen yeterdi
Babamızdı elimizden tutardı

Türklük yüreğini dağlasın gayrı
Cihan da bizimle ağlasın gayrı

Kaybını yıldızlar bile bileler
Kırıla kanatlar sola yeleler
Kurt kuş duyup cenazene geleler

Türklük yüreğini dağlasın gayrı
Cihan da bizimle ağlasın gayrı

Millet Atan gitti başın sağ olsun
Ölümü devr açsın yeni çağ olsun
Dağlar birer birer yanar dağ olsun

Türklük yüreğini dağlasın gayrı
Cihan da bizimle ağlasın gayrı

Gitti her ocağın söndü alevi
Yeryüzü dediğin bir ölü evi
Cihan türbe olsa almaz o devi

Türklük yüreğini dağlasın gayrı
Cihan da bizimle ağlasın gayrı

Dönmüş denizler gözyaşı taşına
Dünya ortak çıkmış Türk’ün yasına
Her evden bir ölü çıkmışcasına

Türklük yüreğini dağlasın gayrı
Cihan da bizimle ağlasın gayrı

Gökler ağıtlardan titriyor kat kat
Düştü üstümüze gerilen kanat
Onsuz dünya yarım, insanlık sakat

Türklük yüreğini dağlasın gayrı
Cihan da bizimle ağlasın gayrı

O hep dolu tuttu boş atmadıydı
Söz verince yaptı aldatmadıydı
On beş yıl tek burun kanatmadıydı

Türklük yüreğini dağlasın gayrı
Cihan da bizimle ağlasın gayrı

Bizdendi sevinci bizdendi derdi
Biz uyurduk o bizleri beklerdi
Uyudu nöbeti bizlere verdi

Türklük yüreğini dağlasın gayrı
Cihan da bizimle ağlasın gayrı

Kuru yapraklara benzedik bu güz
Her göz kan içinde sapsarı her yüz
Milyonlarız bir babadan öksüzüz

Türklük yüreğini dağlasın gayrı
Cihan da bizimle ağlasın gayrı

Gök düşsün toprağa toza belensin
Mezarına gece yıldız elensin
Şehitler doğrulsun nöbet dolansın

Türklük yüreğini dağlasın gayrı
Cihan da bizimle ağlasın gayrı

Dünya hem kahr olur hem onu gömer
Yıldızlar kandildir semalar kemer
Sus boğulayazdın sus Âşık Ömer
Türklük yüreğini dağlasın gayrı
Cihan da bizimle ağlasın gayrı”

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren ve imla kuralları ile
yazılmamış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ali GÜLER Arşivi
SON YAZILAR