BATMAYAN GÜNEŞİN YENİ BAŞBAKANI BORIS JOHNSON

Türk'leri ve müslümanları sevmediğini biliyoruz. Sevmemesi içinde geçmişten gelen kendince sebepleri var. Umarım profosyenelce işini yapar ve bilinç altına yerleşmiş Türk düşmanlığını köpürtmez... 

Biz İngiltere de yaşayanlar Johnson’ı Londra Belediye Başkanı olduğundan beri yakından tanıyoruz. Çünkü kendisi tarihimizin önemli simalarından Ali Kemal’in torunu, daha doğrusu torununun oğlu…

"İçimizdeki hain" diye nitelendirdiğimiz dedesini tanıyalım mı? 

"Ali Kemal 1867 yılında İstanbul’da doğdu. Asıl adı Ali Rıza’dır. Ancak Namık Kemal’e olan hayranlığı nedeniyle Ali ismine bir de Kemal’i eklemiştir. İstanbul’da mülkiye mektebini bitiren Ali Kemal’in hayatı fikri mücadele ve sürgünlerle geçti. İttihat Terakki karşıtıydı. Tıpkı Milli Mücadele ve Atatürk’e karşı olduğu gibi.

 

1888 yılında İstanbul’da 4 yıl dilini geliştirmek istediği için gittiği Paris’teki kulüplerin etkisiyle bir öğrenci derneği kurdu. Dernek kapatıldı. Yeniden kurmak isteyince bu kez 9 ay hapis cezası aldı ve ardından Halep’e sürgün edildi. Halep’e fazla dayanamayan Ali Kemal, gizlice İstanbul’a geri döndü. Bunun üzerine hakkında tekrar sürgün kararı çıkınca, Jön Türklere katılmak için Paris’e gitti. II. Abdulhamit ve Jön Türkler arasında arabulucuk rolü oynadı. Yine de Mizancı Murat’ın harekettten ayrılması ile o da ayrıldı.

 

Paris’te gazetecilik yapıyor ve yazıları İkdam gazetesinde yayınlanıyordu. Batı hayranıydı ve yazılarının büyük çoğunluğu bu konuya yoğunlaşmıştı. Hüseyin Cahit, sonraları Ali Kemal’in yazılarının çoğunun Fransızca kaynaklardan çevrilmiş yazılar olduğu fark edecek ve ikili arasında uzun süren bir polemik başlayacaktı.

 

Hayatındaki bazı önemli gelişmeleri atlamak pahasına II. Meşrutiyetin ilanına gelelim. Meşrutiyetin ilanından  bir gün önce İstanbul’a dönen Ali Kemal, İttihat ve Terakki yönelik sert yazılar kaleme almaya başladı. 31 Mart vakası’nda yazılarının etkili olduğu söylenir. Hareket Ordusu’nun 31 Mart ayaklanmasını bastırması ile 1909 yeniden Paris’e kaçtı.

 

BİR SÜRGÜN DAHA

 

Hükümet değişimi ve 1912 affıyla yeniden İstanbul’a döndü ancak bu da uzun sürmedi. 1913’te İttihat Terakki darbe yapınca bu kez de Viyana’ya kaçtı.

 

I. Dünya Savaşı yıllarında siyasetle ilgilenmeyip öğretmenlik ve tüccarlık yaptı. Ancak Osmanlı Savaştan mağlup çıkıp, İttihat Terakki hükümetten düşünce bu kez hedefini Milli Mücadeleye yöneltti.

 

Milli Mücadele ve önderleri hakkında ağır yazılar kaleme aldı. İkinci Damat Ferit hükümetinde İçişleri Bakanı oldu ve ilk işlerinden biri Kuvay-i Milliye ve Atatürk aleyhine emirler yayınlamak oldu. İngiliz Muhipler Cemiyeti’nin kurucularından biriydi.

 

Milli Mücadele’nin başarısı Ali Kemal için hazin sonun başlangıcı oldu. 6 Kasım 1922 günü 4 polis, bir berberde tıraş olan Ali Kemal’i Ankara’daki İstiklal Mahkemesi’ne çıkarmak için gitti. Ali Kemal kaçmaya çalışsa da yakalandı.  Kendisi Ankara yerine İzmit’e götürüldü.

 

Sonra neler olduğunu, emekli Kurmay Albay Rahmi Apak anılarında (“Yetmişlik Bir Subayın Hatıraları”, TTK, 1988) yazdı:

 

“O dönem Haberalma Şubesi Başkanı olan Rahmi Bey, ifadesini aldırdıktan sonra Ali Kemal’i Nurettin Paşa’nın odasına çıkarıyor. Paşa, “Artin Kemal dedikleri sen misin” diye soruyor. “Hayır, ben Ali Kemal’im” yanıtını alıyor.

“Onu mahkemede anlatırsın. Çık dışarı” diye kovuyor.

 

Nurettin Paşa buna rağmen Ali Kemal odadan çıkınca Rahmi Bey’i çağırıp Ali Kemal’in linç edilmesini istiyor. Rahmi Bey, yasa dışı bir yol olacağını söyleyerek emri yardımcısına yönlendiriyor.

 

HAZİN SON

 

Odadan çıkan Ali Kemal’i dışarıda bir grup ellerinde taş ve bıçakla bekliyor. Kafası çekiç ve taşlarla ezildi. Arkadan sırtına bıçak sokuldu. Acılar içinde can veren Ali Kemal’in cesedi sürüklenerek İzmit garına kadar götürüldü. Lozan görüşmesine gidecek olan İsmet İnönü trenle geçerken Ali Kemal’in cesedini görmesi istenmektedir. Nitekim istenen olur. İsmet Paşa, çok sert tepki gösterir. Ali Kemal’in cesedi İzmit’te defnedilir. Ancak başına bir mezar taşı konmaz. Bu nedenle mezarının yeri yıllar içerisinde kayboldu. Uzun araştırmalar sonrası 1950’de tespit edildi.

 

Falih Rıfkı anılarında hem Atatürk hem de İnönü’nün bu olaydan tiksindiğini yazar. 

“Lozan’a gitmekte olan İsmet Paşa, meşalelerle aydınlanan korkunç sehpayı uzaktan görünce yüzünü asmış, başını eğmiş ve hiç bakmayarak binaya girmiş. Orada Nurettin Paşa’ya söylemediğini bırakmamış. Mustafa Kemal de bu vakadan tiksinerek bahsederdi.”

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren ve imla kuralları ile
yazılmamış yorumlar onaylanmamaktadır.
Leyla DÜZEL Arşivi
SON YAZILAR