Muharrem GÜNAY

Muharrem GÜNAY

İ‘LÂ-YI KELİMETULLAH NEDİR? TÜRKÇÜLÜK-MİLLİYETÇİLİK VE ÜLKÜCÜLÜK AYNI ZAMANDA İSLÂMCI’LIKTIR

İ‘lâ ifadesi sözlükte, yüceltmek ve yükseltmek gibi anlamlara gelir. “Kelimetullâh” terkibi ise “Allâh’ın kelimesi” demektir. Bir dâvâ olarak bu ifade, Allah Te‘âlâ’nın adını, tevhid akîdesini ve ilâhî ahkâmı yüceltip hâkim kılmak şeklinde tanımlanır. Allah (C.C.) yolunda bu niyetle gerçekleştirilen gayret ve faaliyetlerin tamamı bu dâvânın kapsamına girer.

                Türk Diyanet Vakfı, İslam Ansiklopedisi’nde İ’lâ-yı kelimetullah şöyle açıklanmıştır:

                “Sözlükte “yükseltmek, yüceltmek” anlamındaki i‘lâ masdarıyla “Allah’ın sözü” mânasındaki kelimetullāhtan oluşan bu terkipte yer alan kelimetullahın, tevhid inancının esasını teşkil eden “lâ ilâhe illallah” (Allah’tan başka tanrı yoktur) sözünü ve daha genel olarak Allah’ın insanlığa gönderdiği son dini ifade ettiği kabul edilmektedir. Bu durumda i‘lâ-yi kelimetullah tabiri, Allah’ın dininin ve tevhid inancının yüceltilip yaygınlaştırılması yolunda gösterilen gayret ve faaliyetleri kapsamakta, cihad ve savaş kelimeleriyle birlikte Kur’ân-ı Kerîm’de sıkça zikredilen “fî-sebîlillâh” (Allah yolunda) kavramıyla yakından ilgili bulunmaktadır. Müslümanları düşmanlara karşı Allah yolunda savaşa teşvik eden bir âyette Allah’ın, Peygamber’ine yardım ederek kâfirlerin kelimesini (küfür, şirk) alçalttığı, Allah’ın kelimesini de (tevhid) yücelttiği ifade edilir (et-Tevbe 9/40). Bazı insanların ganimet, bazılarının şöhret, bazılarının gösteriş için savaştığı, hangisinin Allah yolunda olduğu Resûl-i Ekrem’e sorulunca yalnız Allah’ın kelimesinin yüceltilmesi için savaşanın Allah yolunda olduğunu belirtmiştir… (Buhârî, “Cihâd”, 15; “Tevḥîd”, 28; Müslim, “İmâre”, 149-151) (Türk Diyanet Vakfı, İslam Ansiklopedisi, İ‘lâ-yi Kelimetullah Maddesi.) ”

                 Yukarıdaki ayeti kerimeler ve hadisler Türklerin İ′la-yı kelimetullah’ı bir hayat tarzı haline getirmelerine vesile olmuştur. Oğuz Han zamanından beri süregelen “Yüce Tanrı’nın rızasını kazanmak” ve Osmanlı dönemindeki  “İ’lâyı Kelimetullah-Allah’ın adını yüceltmek ve üstün kılmak” için savaşmak düşüncesi Türk insanının millî ve dîni ülküsü, devletin ise resmi ideolojisi olmuştur.

                Kızılelma’dan söz edildiğinde hemen aklımıza Kızılelma’nın yanında ondan ayrılmayan Nizam-ı âlem” ve “Î′lây-ı kelimetullah ülküleri gelir. Nizâm-ı âlem ve İ’lây-ı kelimetullah ülküleri bizim milli ve insani ülkülerimiz olduğu kadar aynı zamanda İslâmi ülkülerimizdir. Fakat her ne hikmetse bu ve buna benzer ülkülere diğer İslam milletlerinde rastlanmamıştır.  Nizâm-ı âlem ülküsü İslam öncesindeki Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi’nin İslâmi dönemdeki adıdır. Eski Türk Cihan Hâkimiyeti ülküsünün hedefinde dünyaya Türk Töresi ile nizam vermek ve dünya barışını tesis etmek düşüncesi varken; İslami dönemlerle birlikte Nizâm-ı Âlem adını alan bu ülkünün hedefi Allah’ın silm/barış ve şefkat dini olan İslamiyet’le âleme/dünyaya nizam vermektir.

                Prof. Dr. Recai Coşkun Hoca Düşünce Dünyasında Türkiz adlı dergideki yazısında i’lâyı kelimetullah konusunda şöyle diyor:

                “Kızılelma’dan Söz edildiğinde, hele de zaman Osmanlı Devleti fütuhatına denk düşüyorsa “Nizam-ı âlem” ve “Î′lây-ı kelimetullah” akla ilk gelen kavramlardır. Bunlar Osmanlı Döneminde Türklük ideallerine İslami lezzet katılmasıyla ortaya çıkmıştır. Lakin burada dikkat çeken bir husus vardır. Hem “Nizam-ı Âlem” hem de “Î′lây-ı Kelimetullah” özlerinde birer İslami mefhum olmakla birlikte bunlar İslam dünyasında sadece Türklüğün zihniyet ve ülkü dünyasında karşılık bulmuşlardır. İlahi sır…”

                Bu iki kavram memalik-i İslâm’da niçin sadece Türkler tarafından sahiplenilmiştir? Bu tespitten şöyle bir çıkarsama yapmak mümkündür: Kızılelma Ülküsü, Türklerin millî ruhlarında gömük olarak yaşar ve tarihin akışı içerisinde kendisine yeni bir biçim bulur. Öz değil ama zaman ve şartlarda başkalaşmalar bu biçimin yenilenmesine vesile olur. Belki tam tersinden de okunabilir bu durum. Dünyaya hükmetme Ülküsü, aslında Türklerin İslamlığının teminatıydı. Bir koza gibi Türk millî ülkülerini içerisinde besledi ve son dine hazır bir hale getirdi. Türkler Araplarla ilk karşılaştıklarında ortaya çok hoş hikâyeler çıkmadı, lakin İslâmlıkla karşılaştıklarında kendi değer sisteminin cismanileştiği bir dinle buluşmuşçasına bu bayrak altına geçtiler. Böylece tarihi koşuları da esas manasını bulmuş oldu (Coşkun, R.  2014, Düşünce Dünyasında Türkiz Siyaset Ve Kültür Dergisi. S.36,  Yıl:5 / Sayı: 25 / Ocak - Şubat 2014).

                Kızılelma’yı Klasik Türk Şiirinde İslâmiyet’teki fetih anlayışıyla Türklerin cihan hâkimiyeti idealinin birleştiği bir kavram olarak okuyabiliriz. Âşık Çelebi Kızılelma ile İslam’ı bir beytinde şöyle bir araya getirmektedir:

                Dikilsün ṣancaḳ-ı İslâm sîb-i Müslimî yensün

                Ṣalup eyvâyı ehl-i nâra ‘azm it Ḳızılelma’ya  (Hançerlioğlu 1988: 113) Beyitte İslâm sancağı bir ağaç gibi tasavvur edilmiş ve “sîb-i Müslimî” yenmesi için onun dikilmesinden bahsedilmiştir. Yine burada dehşet ve korku salmak anlamına geldiğini düşündüğümüz “eyvâ salmak” ile Kızılelma, beyitte bir tenasüp (uyuşma) oluşturur (Şen, 2027, Klasik Türk Şiirinde Kızılelma, 206).”

                Türk Demek Müslüman Demektir

                Avrupa’da Türk adı bir milleti ifade eden bir ad olmanın yanında Müslüman karşılığında da kullanılmıştır. Hatta Türk adının Müslüman kavramını karşılamak üzere kullanılması Avrupa’da daha yaygındır. Avrupa’da bir Hıristiyan Müslüman olduğu zaman kendisine “Türk oldu” denmiştir. Avrupalıya göre Türk demek Müslüman demektir.

                Fatih’in oğlu Cem Sultan’ın emriyle Ebu’l Hayr Rumî tarafından derlenerek kitaplaştırılan Sarı Saltık menkıbelerinde yer alan birçok diyalog, Türk kavramının Müslümanlıkla özdeşleştirildiğini açıkça gösterir. Birkaç örnek: “Ol havada duran keşiş eyitti: ‘O Muhammed’dür kim Türklere peygamber gelmişdür, bize değüldür’ didi.”, “Ya Alyon! Sen ne gördün, Mesih dininden döndün, Türk oldun?”, “Samadıyya dönüp eyitti: ‘Bu da Türk’tür amma Arab dilince Ebu Eyyub-i Ensari dirler, Muhammed’i bu evine alup konuklamıştur. Sonra Yorgi zamanında gelürler bu hisara Türkler üşerler.” … Daha geniş bilgi için bkz. Şükrü Haluk Akalın, Ebu’l Hayr-ı Rûmî, Saltukname I, II, III, Kültür Bakanlığı Yayınları, 3. Baskı, Ankara 1990. (Dönmez, S.Gaspıralı’nın “Dilde, Fikirde, İşte Birlik” İdeali ve Türk Devlet Felsefesi,www.academia.edu)

Sadece Batılılar değil, Pakistanlılar da Türk'le Müslümanı bir görmüşlerdir. Nitekim Pakistanlı Prof. Dr. Hanif Fauk,  “Urduca Yayınlarda Atatürk”  adlı eserinde Türk ve Müslüman terimlerinin aynı anlamda kullanıldığını şöyle ifade ediyor:

“…Hint Müslümanları gerek ırk, gerekse kültür bakımından Türklerden bir hayli etkilenmişlerdir. Hint yarımadası müslümanları Türk olarak tanımlanıyor ve Müslüman olmak, Türk olmak anlamına geliyordu. Tarihe bakılırsa Hint Yarımadasında Türk ve Müslüman kelimeleri eşit anlamlı sözcükler olarak kullanılmıştır" ( Hanif Fauk, 1979. s.3 Urduca yayınlarda Atatürk, Ankara: Ankara Üniversitesi DTCF Yayınları.)

 

                Türkçülük Aynı Zamanda İslamcılıktır

                Nasıl ki Türk demek Müslüman demekse, Türkçülükte aynı zamanda İslâmcılık demektir. Başta Ahmed Vefik Paşa, Süleyman Paşa, Z. Gökalp, Gaspıralı İsmail, Yusuf Akçura, Köprülüzâde Fuad Bey, Erol Güngör,  S. Ahmed Arvasi  gibi Türkçü-Milliyetçi ve Ülkücü  düşünürler Türkçülüğü-Milliyetçiliği ve Ülkücülüğü  aynı zamanda İslâmcılık olarak görmüşlerdir. Gaspıralı İsmail ömrünü Türk ve İslam dünyasının birliği ve uyanışı için mücadele etmekle geçirmiş bir taraftan Hindistan’a diğer taraftan Mısır’a kadar giderek çok önemli faaliyetlerde bulunmuştur. Gaspıralı İsmail önceleri Mısırda, Mısır’da toplanma ihtimali zayıflayınca İstanbul’da bir İslam kongresi düzenlemek için çok çaba sarf etmiş fakat başarılı olamamıştır. Gaspıralı İsmail’in Mısırda bir İslâm kongresi toplama girişimini İngilizler ve onlarla iş birliği yapan Selefî guruplar engellemiştir.

                Türk milletindenim, İslâm ümmetindenim diyen “Ziya Gökalp’e göre de “Türkçülüğün milliyeti Türklük, beynelmileliyeti İslâmcılıktır.” (Gültepe, N.1999, Turan, 47; Erol Güngör, “Ziya Gökalp ve Türkçülükte Din Meselesi”, Sosyal Meseleler ve Aydınlar, Ötüken Yay., İstanbul 1993,s.54-55, Yrd. Doç. Dr. Y. Mustafa Keskin, Ziya Gökalp’in Din Anlayışı, İlahiyat Fakültesi Dergisi  (2003), SS.101-118.)

                Gökalp’e göre, Türkçülüğün bir gayesi de Türk-İslâm kardeşliğinin kurulmasıdır(Gültepe, N. Turan, 1999, s.47).

                Gökalp millet kavramını ırkçılık anlamında kullanmaz. Nitekim O’nun savunduğu milliyetçilik düşüncesinde millet, ırkî, kavmî, coğrafî, bir birlikteliği değil, dil ve dince, yani aynı terbiyeyi almış fertlerden oluşan birlikteliği ifade etmektedir. Yani, kültür milliyetçiliğidir. (Gökalp, Türkçülüğün Esasları, 1996, s.22 -28)Gökalp’e göre, en kutsal kitap Kur’an-ı Kerîm, en kutsal insan Hazret-i Muhammed, en kutsal tapınak Kâbe, en kutsal din İslâmiyet olacaktır.(Gökalp,Türkçülüğün Esasları, 1996,s.75)

                Necati Gültepe tarafından yayınlanan Ahmed Ferit Tek’in “Turan” adlı eserinde “Türkçülük-İslâmcılık” başlığı altında şu görüşlere yer verilmiştir:

                Osmanlı İmparatorluğu için kurtarıcı yollardan biri olarak İslâmcılık da tavsiye edilmiştir. Ancak Türkçüler meşhur formüllerinde nasıl Garpçılığı (batıcılığı) benimsemişlerse, aynı şekilde İslâmcılığı da kabul etmişlerdir. Türklerin umûmu İslam olduğu için Türkçülük hiçbir zaman beynelmilelliyetine mugayir bir his beslemeyeceklerdir. Aynı zamanda Türkçüler muasırlaşmak zaruretini de anladıkları için garyımüslim kavimler hakkında bu medeniyet asrının icap ettirdiği ihtiramkâr vaziyeti muhafaza edeceklerdir.

                Din hususiyle İslam dini evrensel bir dindir ve Türklerin ekseriyetini Müslümanlar teşkil eder. İşte Türkçüler mühim bir kuvvet telakkî eyledikleri için İslâm âlemine gereken alakayı göstermişlerdir. Diğer taraftan şu da vardır ki, öteden beri Hıristiyan milletlerinin birlikte İslâmiyete karşı giriştikleri hareketler elbette ki çok iyi biliniyordu. Köprülüzâde Fuad Bey “İşte biz buna karşı akvam-ı İslâmiyet (İslam kavimleri) arasındaki uhuvvet-i diniyenin (din kardeşliğinin) bir kıymeti hâiz olması için evvela İslâm kavimlerinin kendi manevi vahdetlerini (birliklerini-beraberliklerini)anlamalrı, yani ayrı ayrı birer kuvvet haline gelmeleri lazım geliyor” demiştir. Bu şu demektir ki, bunların kendi benliklerini duymaları Gökalp’in ifadesiyle “Ben varım” diyebilmeleri icap ediyordu. Ancak bunun pratik neticesi yalnız Osmanlı İmparatorluğu içindeki Müslüman kütleler hakkında maddeten ve manen tahakkuk edebilecekti (Gültepe, N. 1996,s.46).

                Ziya GÖKALP, Türkçülüğü, “Türk milletini yükseltmektir” (Gökalp, T.E. 1996,s.21)şeklinde tarif etmiştir. Ferdin mensubu olduğu milletinin yükselmesi için çalışması niçin İslâm dinine ters düşsün. Türk milletini sevmek ve Türk milletinin yücelmesi ve yükseltilmesi için çalışmak, Türk milletini oluşturan millî ve mânevî değerleri benimsemek, korumak, yaşamak ve yaşatmak, Türk dünyasının “İşde, Dilde ve Fikirde birliğini”, Nizâm-ı âlem’i ve İ’lây-ı kelimetullah’ı   savunmak olarak tarif edeceğimiz Türkçülük, İslâm dinini ile çelişmedikçe ve İslâm dininin çizmiş olduğu sınırlar içerisinde kaldığı müddetçe elbette aynı zamanda İslamcılık olacaktır. Nitekim Türkçü -milliyetçi ve ülkücü düşünürlerin çoğunluğu Türkçülüğü, milliyetçiliği ve ülkücülüğü bu şekilde anlamışlardır.

                Bilge lider Bahçeli’nin Kızılcahamam’da bulunan Ülkücü şehidler anıtını ziyaretinde yapmış olduğu konuşmada ülkücüleri “İslam’ın bu çağdaki sancaktarı ülkücülerdir” (27 Mayıs 2012, http://www.mhp.org.tr/htmldocs/mhp/2045/mhp/) şeklinde tarif etmesi Türkçülük -milliyetçilik ve ülkücülük anlayışımızın aynı zamanda İslamcılık olarak görülmesi bakımından dikkate değerdir

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren ve imla kuralları ile
yazılmamış yorumlar onaylanmamaktadır.
Muharrem GÜNAY Arşivi
SON YAZILAR