Osmanlı Devleti’nde Yahudilerin yönetimi

OSMANLI DEVLETİ’NDE YAHUDİLER VE HAHAMBAŞILIK KURUMU (3)

Osmanlı, gayrimüslimleri kendi iç işlerinde tamamen serbest bırakmıştı. Osmanlı Devleti’ne göç ederek geldikleri yerlere göre cemaat oluşturan Yahudiler de iç işlerini kendi kanunlarına göre idare ediyordu. Yahudilikte, Hristiyanlarda olduğu gibi hiyerarşik yapı olmadığı için, her cemaat kendi kararını verebiliyordu. Ancak, XVI. Yüzyıl’dan itibaren ortak bir örgütlenmeye gittiler.

OSMANLI Yahudileri, dini merkezli bir yönetime sahipti. Cemaatin yönetiminde din adamlarının önemli bir yeri vardı. Her topluluğun “şefi” hahamdı. Suçluları hahamlar cezalandırır, bütün toplumu ilgilendiren kuralları onlar koyardı. Hahamlar Yahudi cemaatini, Talmud ve Sultan Aruh’taki kurallara göre yönetiyorlardı. Bazen, yönetim aristokrat ailelerden gelen ve babadan oğula geçen hahamlarla sağlanmasına rağmen, hahamlık, doğumla elde edilen bir imtiyaz değildi. Hahamlar da toplum içinde ayrı bir sınıf teşkil etmiyordu. Haham olmak için, gerekli dini bilgilere sahip olmak yeterli idi. Haham, sadece din adamı değil, aynı zamanda halkın hem medeni hem de ticari bütün meselelerine vakıf birisidir. O hem eğitimci, hem din adamı, hem de kanun koyucu ve yargıçtır. Halkın günlük işlerinde her zaman önderlik etmektedir. Açılışlara katılmakta, evlilik törenlerini idare etmektedir. Onun emirleri kanundu ve bu emirlere herkesin uyması zorunlu idi.

Osmanlı Devleti, millet sistemi çerçevesinde, gayrimüslimleri kendi iç işlerinde tamamen serbest bırakmıştı. Osmanlı Devleti’ne göç ederek geldikleri yerlere göre cemaat oluşturan Yahudiler de kendi iç işlerini kendi kanunlarına göre idare ediyordu. Yahudilikte, Hıristiyanlarda olduğu gibi hiyerarşik yapı olmadığı için, her cemaat kendi kararını kendi verebiliyordu. Ancak, XVI. Yüzyıldan itibaren ticari, dini ve diğer şartlar, onları ortak bir örgütlenme yapmaya zorlamıştır. Selanik ve İstanbul’da şehrin en bilgili ve en etkili hahamlarından bir üst yönetim oluşturulmuştur. Bu üst yönetim, cemaatin uyması gereken kuralları düzenliyor ve yönetmelikler hazırlıyordu. Bu yönetmelikler her on yılda bir yenileniyordu. Şehirdeki Yahudilerin tamamını ilgilendiren bazı durumlarda “hahamlar konseyi” bir araya gelerek yayınlanan yönetmeliklerde değişiklikler yapıyorlar, daha sonra bu değişiklikler, şehirdeki diğer hahamlar tarafından tasdik ediliyordu. Bu değişiklikler genellikle devletle olan münasebetler, vergiler, Yahudi kölelerin kurtarılması ve yeni gelen göçmenlerin iskanı gibi konularda yapılıyordu.

Hahambaşılık kurumu, devlet tarafından resmen, 23 Şevval 1250 (22 Şubat 1835) tarihli Takvim-i Vekayi’de yayınlanarak tanınmıştır. Ancak hahambaşılık kurumunun bu tarihten öncesi hakkında değişik görüşler ileri sürülmüştür. Bazı araştırıcılar, Fatih’in Moşe Kapsali’yi Osmanlı Yahudilerinin hahambaşısı ilan ettiği görüşüne karşı çıkmaktadır. Fakat ağırlıklı görüş, Fatih’in Kapsali’yi Hahambaşı olarak atadığı şeklindedir. Prof. Dr. Stanford Shaw, yeni bir araştırmasında bu konuda şunları söylüyor: “Bizans İmparatorunun himayesinde Konstantinapol’ün Roman (Romaniote) Yahudilerinin hahambaşı (Chief Rabbi) olan Moses Capsali böylece, Osmanlı’nın fethinin ardından Osmanlı İmparatorluğu’nun tüm Yahudileri üzerine hahambaşı (Grand Rabbi) olarak atandı. Bu statü, diğer bir haham olan ve 1525’te ölene kadar bu pozisyonu elinde tutacak Elijah Mizrahi tarafından devam ettirildi.”

Kapsali ve Mizrahi’nin bu statülerine uygun olarak “Yahudi milleti”ni diğer milletlerde olduğu gibi idare edemeyişleri iki temel nedene dayanmaktadır: Birincisi, Roma Yahudileri, yaşayış ve gelenekleriyle diğer Yahudi cemaatlerini aforoz ediyordu; ikincisi ise, Yahudilikte Hristiyan topluluklarda olduğu gibi bir dini hiyerarşinin olmayışıydı. Osmanlı Devleti’ndeki Hristiyan toplumlarda rahipler ve piskoposlar, patriklerini kendi dini hiyerarşileri içinde “lider” olarak kabul etmek zorundaydılar. Halbuki Yahudilerde buna benzer bir durum yoktu. Hristiyan patrikler kendi dini hiyerarşilerini idare edebilmelerine rağmen Yahudi hahambaşları, birçok ortak dini gelenek ve yaşayışları paylaşsalar bile, diğer hahamların kendilerine her seferinde itaatlerini sağlayamamışlardır. Bu yüzden Mizrahi’nin ölümünden sonra Osmanlı Yahudi topluluğunu birleştirme çabalarından vazgeçtiler ve XIX. yüzyıla kadar da yeni bir hahambaşı atamaktan kaçındılar. Bu nedenle, birleşik Yahudi cemaati içerisinde birbirinden ayrı lokal cemaatler teşkilatlanmışlardı. Aşkenaziler, Sefardimler, Griegolar ve Musta’rablar kendi kendilerine belli sinagoglar bünyesinde organize olmuşlardır. Her hahamın vergilendirme, Osmanlı memurlarıyla ilişkiler gibi, “dünyevi” konularla ilgilenen idari işler yardımcısı (kethüda) ve cemaatin büyük meslek liderlerinin oluşturduğu “seküler” idari bir meclis vardı.

Hahambaşılığın statüsündeki değişim ve gelişme veya Yahudi cemaatinin yönetiminde Hahambaşılığın etkinliğinin artması XIX. Yüzyılın ikinci çeyreğinde gerçekleşmiştir. 22 Şubat 1835 tarihli Takvim-i Vekayi’ye göre, Yahudilerden Hahambaşılık ile ilgili bir düzenleme talebi gelmiştir. Rum ve Ermeni Patriklerine hil’at verilmesinden sonra Yahudiler, kendilerinin de bu şereften mahrum bırakılmamalarını istemişlerdir. Takvim-i Vekayi’de yayınlanmadan on gün önce “Gayrimüslim Defteri” ne kaydedilen bu karar, “Nişan-ı Hümayun yazıla ki,” diye başlamaktadır. Kararda, “Millet-i Salise Patriklerinin değiştirilmesi gerektiğinde resmen Bab-ı Ali’de hil’at giydirildiği gibi, Yahudilerin hahambaşısı için de bunun icra edileceği ve bunu Musevi milletinin arz-ı hal sunarak istediği” belirtilmiştir. Ayrıca, mevcut “Hahambaşı hasta ve ihtiyar olduğundan, Hahambaşı Mülazimi olan kudvet ü muhtar- ı Milleti’l-Museviyye Haham Avram’ın (Hutimet evak-ı behu bi’l-hayr) 1250 senesi Martından itibaren her sene üç yük otuz bin akçe mal-ı maktu ve ber vech-i peşin altmış bin akçe peşkeş ile Hahambaşı tayin edildiği ve eline berat verildiği” kaydedilmiştir.

Bazı araştırmacılar, bu statü ile hahambaşının diğer şehirlerin hahambaşıları üzerinde tayin, azil vb. hiçbir yetkilerinin olmadığını söylüyorlarsa da; Osmanlı Arşivi’nde yer alan Gayrimüslim Cemaatlere Ait Defterler’deki ve hahambaşıların “atanma beratları”ndaki kayıtlar bunu doğrulamamaktadır.

Osmanlı Devleti, Yahudilerin hahambaşısını resmen kabul ettiği gibi, aralarındaki “mezhep” farklılığını göz önünde bulundurarak “Karailer”in de “Cemaatbaşısı”nı resmen tanımış ve ona “mühür” kullanma hakkı vermiştir. Ancak, Karailere bu hak tanınmadan önce, Yahudilerin önde gelenleri ile istişarede bulunulmuştur. Bu husus, İlya Veledi İshak’ın cemaatbaşı olmak için verdiği arz-ı halin kenarındaki 1256/1840 tarihli berat kaydında görülmektedir. Buna göre, Karailer, Feth-i Hakani’den beri sinagog ve diğer müesseselerinin Yahudilerden ayrı olduğunu Nüfus Defterleri’nde de kayıtlarının ayrı tutulduğunu ileri sürerek, içlerinden taşra gidenlere tezkere vermek gibi işlerde kullanmak için İstanbul’daki Karai Cemaatbaşısına “mühür” verilmesini istemiştir. Bunun sonunda Karai Cemaatbaşısı’nın mühür kullanmasına izin verilmiştir.

Devlet tarafından 1835’te resmen tanınmış olmasına rağmen, Yahudi cemaati içindeki çekişmeler ve anlaşmazlıklar bitmemiştir. Bunun üzerine Vezirazam Fuat Paşa, Yahudi cemaati arasındaki anlaşmazlıkları çözmek için, 1862’de Edirne Hahambaşısı Yakir Gueron, İzmir Hahambaşısı Hayim Palaşi ve Serez Hahambaşısı Menahem Kohen’den oluşan bir komisyon kurdurdu. Daha sonra Yakir Gueron Hahambaşı olarak atandı. Kendisinden bir “nizamname” hazırlatması istendi. Beş fasıldan oluşan ve “Hahamhane Nizamnamesi” adı verilen bu nizamname 1864’te hükümetçe kabul edildi.

Her ne kadar hahambaşılık kurumu, 1835’te resmen tanınmış, 1864’te de Hahamhane Nizamnamesi kabul edilerek yayınlanmış ise de, Osmanlı Yahudileri, bu nizamnameye uygun olarak ilk hahambaşıyı ancak 1327/1909’da seçebilmişlerdir. Bu da faaliyetlerini bir sonraki yazıda inceleyeceğimiz Hayim Nahum Efendi’dir. Nahum Efendi’nin “Dersaadet ve Tevabii Hahambaşısı” seçildiği atanma beratı ve sonraki beratlarda, Edirne, Kudüs, İzmir, Şam gibi büyük şehirlerin reisleri için “Başhaham” ünvanı kullanılmıştır. BİTTİ

SEÇİLMİŞ KAYNAKÇA

“Dönmeler veya Avdetiler”, Türk Ansiklopedisi, C: XIV.
EROĞLU, A. H., Osmanlı Devleti’nde Yahudiler (XIX. Yüzyılın Sonuna Kadar), Ankara, 1997.
GÜLER, Ali, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Azınlıklar, Berikan Yayınevi, Ankara, 2009.
KÜÇÜK, A., Dönmeler ve Dönmelik Tarihi, Berikan Yayınları, Ankara, 2010.
SHARON, M. Sevilla, Türkiye Yahudileri, 2. Baskı, İletişim Yay., İstanbul, 1993.
SHAW, S., “Osmanlı İmparatorluğu’nda Yahudi Milleti”, Osmanlı, C: IV., Editör: G. Eren, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 1999.
T. H., “Dönme”, İslam Ansiklopedisi, C: III. ZORLU, Ilgaz, Evet Ben Selanikliyim, 4. Baskı, İstanbul, 1998.

HAFTAYA: ‘Son Hahambaşı Hayim Nahum Efendi ve siyonizm’

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren ve imla kuralları ile
yazılmamış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ali GÜLER Arşivi
SON YAZILAR