Atatürk, Hz. Muhammed’in hadislerini Türkçeye çevirtti

ATATÜRK’TE İSLAMÎ BİLGİ İLE BİRİKİMİN OLUŞUMU VE KAPSAMI -14-

Atatürk TBMM’de, saltanatın kaldırıldığı oturumda yaptığı konuşmasında çok ciddi bir İslam tarihi analizi yapmıştır ve Hz. Muhammed’i; “Yüzü nurlu, sözü ruhani, ergin ve görüşte bedelsiz, sözünde sadık ve halim ve mertlikte başkalarına üstün olan Muhammed Mustafa …” olarak tanıtmıştır. Ayrıca hadislerin Türkçeye çevrilmesi için emir vermiştir...

Atatürk Hz. Peygamberin ruhaniyetinin, manevi kişiliğinin Müslümanlar üzerinde her zaman önemli bir etkisinin olduğunu kabul etmiştir. Onun ruhaniyetine sığınmayı bir alışkanlık haline getirmiştir: “Cenab-ı Hakk’ın mücahedat-ı mukaddesemizde (mukaddes savaşımıza)tevfikat-ı ilahiyesini terfik etmesini ve ruhaniyet-i Peygamberiye’ye istinat eden teşkilat-ı müttehidemize muin olmasını niyaz eyleriz.” “Anlaşılıyor ki, askerlerimizin ruhunu kazanmak bizim için bir vazife olduğu gibi, evvela onlarda bir ruh, bir emel, bir karakter yaratmak da Allah’tan ve Medine-i Münevvere’de yatan Cenab-ı Peygamber’den sonra bize düşüyor.” Atatürk 1 Kasım 1922’de TBMM’de saltanatın kaldırıldığı oturumda çok önemli bir konuşma yapmıştır. Çok ciddi bir İslam tarihi analizi içeren o konuşmasında Atatürk Hz. Muhammed’i; “Yüzü nurlu, sözü ruhani, ergin ve görüşte bedelsiz, sözünde sadık ve halim ve mertlikte başkalarına üstün olan Muhammed Mustafa …” olarak tanıtmıştır.

Atatürk, hem Hz. Peygamber’in hadislerini Türkçeye çevirtmiş, hem de hayatının iyi anlaşılabilmesi için, onun hayatını anlatan kitaplar hazırlatmıştır. Bu konuyla ilgili bir açıklamasında; “Muhammed’in hayatına dair bir kitabın tercüme edilmesi için de emir verdim” demiştir. Onun konuyla ilgili çalışmaları bu eserin ilgili bölümlerinde ayrıntılı bir şekilde ortaya konulmuştur. Bu bölümde Atatürk’ün kamuya açık yaptığı pek çok konuşmada Hz. Muhammed hakkında söylediği çok önemli sözleri ve değerlendirmeleri vereceğiz: “Ey arkadaşlar! Tanrı birdir, büyüktür; tanrısal inanışların belirtisine bakarak diyebiliriz ki: İnsanlar iki sınıfta, iki devirde mütalâa olunabilir. İlk devir, insanlığın çocukluk ve gençlik devridir. İkinci devir, beşeriyetin erginlik ve olgunluk devridir.

İnsanlık birinci devirde tıpkı bir çocuk gibi, tıpkı bir genç gibi yakından ve maddî vasıtalarla kendisiyle meşgul olunmayı gerektirir. Allah, kullarının lâzım olan olgunlaşma noktasına erişinceye kadar içlerinden vasıtalarla dahi kullarıyla meşgul olmayı tanrılık özelliğinin gereklerinden saymıştır. Onlara Hazreti Âdem Aleyhisselâm’dan itibaren bilinen ve bilinmeyen sayısız denecek kadar çok nebiler, peygamberler ve elçiler göndermiştir. Fakat Peygamberimiz vasıtasıyla en son dini, medenî gerçekleri verdikten sonra artık insanlıkla aracı ile temasta bulunmaya lüzum görmemiştir. İnsanlığın kavrayış, aydınlanış ve olgunlaşma derecesi, her kulun doğrudan doğruya, tanrısal ilhamlarla temas kabiliyetine eriştiğini kabul buyurmuştur ve bu sebepledir ki, Cenabı Peygamber, peygamberlerin sonuncusu olmuştur ve kitabı, en eksiksiz kitaptır.”(1922).

“Muhammed Mustafa, peygamber olmadan evvel kavminin sevgisine, hürmetine, itimadına erişti. Ondan sonra ancak kırk yaşında nübüvvet ve kırküç yaşında risalet geldi. Fahr-i âlem Efendimiz, sonsuz tehlikeler içinde, tükenmez mihnetler ve meşakkatler karşısında yirmi sene çalıştı ve İslâm dinini tesise ait peygamberlik vazifesini yapmaya muvaffak olduktan sonra gökyüzünün ve cennetin en yüksek katına erişti.” (1922).

EN EKSİKSİZ DİNDİR

1923 yılında Balıkesir Zağnos Paşa Camii’nde minberden söylemiştir: “Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri, Cenab- ı Hak tarafından insanlara dinî gerçekleri bildirmeye memur ve elçi olmuştur. Ana kanunu, hepimizce malûmdur ki, şanı büyük olan yüce Kuran’daki naslardır. İnsanlara feyz nuru vermiş olan dinimiz, son dindir, en eksiksiz dindir; çünkü dinimiz akla, mantığa, gerçeğe tamamen uyuyor ve uygun düşüyor. Eğer akla, mantığa ve gerçeğe uymasaydı, bununla diğer ilâhî tabiat kanunları arasında tezat olması gerekirdi; çünkü bütün evren kanunlarını yapan Cenab-ı Haktır.” Hz. Muhammed’i, yüksek kişiliğine yaraşır şekilde belirtemeyen bir eser hakkında söylemiştir:

“Muhammed’i bana, cezbeye tutulmuş sönük bir derviş gibi tanıttırmak gayretine kapılan bu gibi cahil adamlar, onun yüksek şahsiyetini ve başarılarını asla kavrayamamışlardır. Anlamaktan da çok uzak görünüyorlar. Cezbeye tutulmuş bir derviş, Uhud Muharebesi’nde en büyük bir komutanın yapabileceği bir plânı nasıl düşünür ve tatbik edebilir? Tarih, gerçekleri değiştiren bir sanat değil, belirten bir ilim olmalıdır. Bu küçük harpte bile askerî dehâsı kadar siyasî görüşüyle de yükselen bir insanı, cezbeli bir derviş gibi tasvire yeltenen cahil serseriler, bizim tarih çalışmamıza katılamazlar. Muhammed, bu harp sonunda çevresindekilerin direnmelerini yenerek ve kendisinin yaralı olmasına bakmayarak, galip düşmanı takibe kalkışmamış olsaydı, bugün yeryüzünde Müslümanlık diye bir varlık görülemezdi.” (1930).

“O, Allah’ın birinci ve en büyük kuludur. Onun izinde bugün milyonlarca insan yürüyor. Benim, senin adın silinir, fakat sonuca kadar o, ölümsüzdür.” (1928). “Musa, cahiliyet devrinde “Evâmir-i aşere” iyle insanlığa fazilet dersleri vermiştir. Musa ile Muhammed’in arasını asırlar doldurmuştur. İnsanlık son bedeviyet devrinde, ne de olsa ilerlemiştir. Hazret-i Muhammed, Musa devrinin din telâkkilerindeki hurafeleri kısmen atmaya muvaffak olmuştur.”

“Büyük bir inkılâp yaratan Muhammed’e karşı beslenilen sevgi, ancak onun ortaya koyduğu fikirleri, esasları korumakla tecelli etmek gerekti. Peygamber ölür ölmez düşünülecek şey, onu bir an evvel toprağa tevdi etmek değil, yaratmış olduğu inkılâbı emniyet altına almaktı. Bu da, yerine evvelâ inkılâbı kavramış en yakın bir arkadaşını geçirerek baş gösterecek tehlikeleri önlemekle olurdu. İnkılâbı kavramış ve ona bütün varlığıyla bağlanmış böyle bir halef seçtikten sonradır ki onun defni düşünülebilirdi. O zaman, beş on akraba ile değil, bütün kendisine bağlananların iştirakiyle ve şanına lâyık bir törenle fâni nâşı ebedî istirahat yerine tevdi olunurdu... Ne Ali, ne de diğer Hâşimoğulları bunu düşünemediler. Bu hakikati o zaman ancak üç büyük insan kavramıştır: Ebubekir, Ömer ve Ebu Ubeyde. Tarih olaylarının gelişimi, Müslümanlığın bu üç büyük insanın teşebbüsleri ve azimleriyle kurtulmuş olduğunu meydana koymuştur. İnkılâbın bu üç siması, yaratıcısı kadar büyük insanlardır.” (1930).

“ATATÜRK’ÜN SON MESAJI” VE HZ. MUHAMMED

Bazı araştırmacılar Atatürk’ün son günlerinde insanları İslâm dinine çağıran bir mesaj yayınladığını iddia etmektedirler. Gerçekliği tartışılıyor olsa da bu mesaj içerisindeki sözler Atatürk’ün Hz. Muhammed sevgisini de göstermektedir. “1979 yılında, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi yayınları arasında “Atatürk (Urduca Yayınlarda)” isimli bir eser neşredilmiştir. Eser, Nedim Senbai tarafından Urduca olarak yazılmış ve Prof. Dr. Hanif Fauk tarafından da Türkçeye çevrilmiştir. Eserin neşir tarihinde üniversitenin rektörü olan Prof. Dr. Sayın Tahsin Özgüç, “Önsöz” ile fakültenin dekanı olan Prof. Dr. Oğuz Erol da “Birkaç Söz” ile eseri takdim etmişlerdir. İşte bu eserde, “Atatürk’ün Son Mesajı” başlığı altında bir bölüm bulunmaktadır. Mesaj şudur:

“-Bütün dünyanın Müslümanları, Allah’ın son peygamberi Hz. Muhammed’in (s.a.v.) gösterdiği yolu takip etmeli ve verdiği talimatları tam olarak tatbik etmeli Tüm Müslümanlar, Hz. Muhammed’i örnek almalı ve kendisi gibi hareket etmeli; İslâmiyet’in hükümlerini olduğu gibi yerine getirmeli; zira ancak bu şekilde insanlar kurtulabilir ve kalkınabilirler.” Nedim Senbai, Atatürk’ün bu son mesajını Başbakan ve Dışişleri Bakanı vasıtasıyla dünyaya açıkladığını da belirmekte ve şu yorumu yapmaktadır:

“Atatürk’ün bu mesajı, kendisinin ne kadar dindar ve gerçek Müslüman olduğunu açıkça gösteriyor. Onun için Büyük Önder’e olan sevgimiz, saygımız ve bağlılığımızı ispatlayabilmek ve tazeleyebilmek için bu mesajı hatırlamalıyız. Atatürk’ün ruhunu şad etmek istiyorsak, son sözlerine göre hareket etmeliyiz. Doğrusu Büyük Türk Liderinin son mesajı, Müslümanlar için yeni bir hayatın müjdecisi olabilir. Müslümanlar Atatürk’ün sözlerine uyarak, hem dünya da, hem ahirette yüksek mertebeye erebilirler.”

YARIN: Namaz Kılan Memurlar

Atatürk’ün mesajı ile ilgili görüş

Nedim Senbai’nin “Atatürk’ün Son Mesajı” olduğunu iddia ettiği ifadelere kitabında yer veren Ahmet Gürtaş, söz konusu mesaj hakkında şu yorumu yapmaktadır. “Bu mesajın tarihi bakımdan varid olup olmadığını, şayet varid ise yerli herhangi bir kaynakta bulunup, bulunmadığını bilmiyoruz. Bu itibarla bu mesaja dayanarak herhangi bir sonuca ulaşmak istemiyoruz. Zaten Atatürk’ün İslâm karşısındaki tavrını tespit konusunda, bu mesajın mevcuda ilave edeceği yeni bir şey de yoktur. Ancak, mesajın, Müslüman ülkeler halkının Atatürk’e bakış açısını göstermesi bakımından aynı bir değeri vardır.”

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren ve imla kuralları ile
yazılmamış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ali GÜLER Arşivi
SON YAZILAR