“TV DİZİLERİ TÜKETİM İDEOLOJİSİNİN BİR ENSTRÜMANI”

Röportaj: Mustafa ÖNDER I.BÖLÜMBEN OKUYUP GAZETECİ OLACAĞIM...” Bu sözler, RTÜK Üst Kurul Üyesi Esat Çıplak’ın çocukken verdiği söz... 2009’da TBMM’de MHP kontenjanından seçilen Çıplak, AKP saldırısındaki RTÜK’te “vicdan”ı ve dolayısıyla “hukuk”u seslendiren bir Bozkurt, bir Türk milliyetçisi... Son günlerdeki çıkışları, Anayasa ve kanunlardan taviz vermez tavrı ile tanıyoruz onu. Biz de okuyucularımız için Sayın Esat Çıplak ile görüştük, yüreğini, beynini, projelerini açtı bize... Esat Bey, 1962 Samsun-Vezirköprü doğumlu. 13 yaşından itibaren Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden mezun olana kadar hep çalışmış... “Dokuz yaşında, tek okumuşu olmayan köyden gelip, şehrin gecekondusunda hayata el yordamı ile başlamak...” diye özetliyor o yılları. Ve diyor ki: “Babam inşaat işçisiydi. Hiç çocuk olamadım... Oyuncaklarım hiç olmadı… Şehre gelişimin beşinci günü eve ekmek götürmek için simit satmaya başladım. Ayaklarımda kara lastikler... Hangi umudu yeşertebilirsin bu tarlada? Fakat benim inancım vardı.” Bir gün sokakta bir kadının attığı “gazete” ile ilk kez tanışmış. Her gün önce gazete okuyup sonra simit satmış ve “gazeteci olmaya” karar vermiş. Gözleri doluyor: “Okuyordum. Davam vardı... Hilal’e kadar... Turan’a kadar... Kızıl Elma’ya kadar... Ne bitmez ufuk...” Mezuniyet sonrası inşaata devam ederken, bir öğle molasında bir gazete üstündeki MÇP haberi dönüm noktası sanki... Devlet Bahçeli Hocası Genel Sekreter olmuş MÇP’de... Koşa koşa gittiği MÇP’de Devlet Bey ona görev vermiş: “İşte odan! Özel kalem müdürlüğü, basın müşavirliği, telefon trafiği sana ait!” “Sonunda çilekeş camianın bir neferi olmuştum” diye heyecanla anlatıyor Esat Bey. “Ş.Bülent Yahnici'nin bir daktilosu vardı. O sabahın köründe gelir haftada iki gün yazılı basın bildirisi yazardı. Fotokopi yok. Faks yok. Kâğıt yok. Basın bülteni günlük gazetelere elden dağıtılırdı ve ben hepsine koşardım.” 1987’de Başbuğ Türkeş MÇP Genel Başkanı olunca bu sefer hep onun yanında... 28 yaşında izin istiyor büyüklerinden ve bir işe başlıyor. “1990’da BOTAŞ’ta işe başladım. Bu kurumda Personel Şube Müdürlüğü, Başbakanlık Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliği, TCDD Genel Müdür Yardımcılığı, Telekomünikasyon Kurumu(Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu) Başkan Yardımcılığı ve Başkan Müşavirliği görevlerini yürüttüm. 28 Mayıs 2009 tarihinde TBMM tarafından RTÜK Üyeliğine seçildim.” Ondan sonrasını uzun uzun konuştuk Esat beyle... Türk milliyetçilerinin ilgisini çekecek önemli anekdotları var Sayın Çıplak’ın, arada onları da aktaracağız size... Biz sorduk o cevapladı...   TARAFSIZLIK VE ADALET, KİŞİLERİN SAHİP OLDUĞU DEĞERLER VE BUNLARI YAŞATMA GAYRETİYLE ORANTILI...   “RTÜK Üyelerinin siyasi parti kontenjanından seçilmesi tarafsızlığa gölge düşürmez mi?” “- Takdir edersiniz ki demokrasilerde, vatandaşların oy hakkı bulunan rejimlerde her bireyin bir siyasi eğiliminin olması doğaldır. Bu siyasi eğilimleri tarafsızlık tabanına oturttuğumuz zaman bir ülkede tarafsızlığından şüphe edilmeyecek tek bir birey bile kalmaz. Dolayısıyla bir siyasi düşünceye gönül vermiş olmak, bir siyasi partinin mensuplarıyla dostluklar kurmak ya da bir siyasi partinin adayı olmak tek başına bir tarafsızlık göstergesi olamaz. Tarafsızlık; yapılan görev sırasında kendisini gösterir ve insanlar önlerine gelen dosyaya tarafsızca bakabiliyorlarsa, hangi kanalla bulundukları makama gelmiş olmalarının bir önemi kalmaz. Kaldı ki siyasi partiler tarafından aday gösterilen kişiler tarafından da seçim yapılıyor olsa, seçilen kişilerin bilgi birikimleri, eğitimleri ve sektör hakkındaki yeterlilikleri dikkate alındığında, tarafsızlık konusunda endişe duyulmasına gerek olmayacaktır. Bununla birlikte tekrarlamak isterim ki tarafsızlık, adalet duygusu, hakkaniyet gibi kavramlar, kişilerin sahip oldukları değerler ve bu değerleri yaşatma gayretleriyle orantılıdır. RTÜK’ün seçim kriterleri düzenleyici ve denetleyici kurumlar için çoğulculuk ve tarafsızlık açısından, iktidarın ya da tek iradenin belirlemesiyle yapılan atamalardan çok daha doğru, ilkeli ve sağlıklı bir yapıyı işaret ettiğini de kabul etmek gerekir.”   “RTÜK neden gerekli?” Yayıncılık sektörü dünyanın her yerinde toplumu etkileme, bilgilendirme, yönlendirme, değerlere yönelik algı geliştirme vb. birçok sosyal etkiyi yüksek düzeyde gerçekleştirebilme yeterliliğine sahip büyük bir güçtür. Aynı zamanda da bu sektör, hem bir ekonomik değerdir hem de ekonomik çıkarlar üzerine kurulmuş ticari yapılardır. Dolayısıyla bu büyük gücün toplumun genel çıkarlarını koruyacak şekilde, yani toplumsal sorumluluk bilinciyle hareket etmesinin bir şekilde sağlanması önemli bir önceliktir. Dahası kamu yayıncılığı yapmayan özel radyo ve televizyon yayıncılarının da mutlaka kamu yararını ön plana alan bir yayıncılık anlayışıyla davranmaları gerekmektedir. Bütün bunlara bakınca ticari kaygılar taşıması doğal olan yayıncılık sektörünün, faaliyetlerini belirli kurallar çerçevesinde yürütmesi, hem bireyler hem de bir bütün halinde toplum için önem arz etmektedir. Dünyanın her yerinde ister öz denetim, ister sivil toplum kuruluşlarının denetimi, isterse de devlet denetimi şeklinde olsun mutlaka, yayıncılık sektörünün denetlenmesi yoluna gidilmiştir. Ülkemizde bu denetim devlet erkiyle ve Üst Kurul eliyle yürütülmektedir.”   “RTÜK’ün medya üzerinde yetki ve sorumlulukları nelerdir?” “Bildiğiniz gibi medya çok geniş bir alanı ifade etmektedir. Bizim yetki ve sorumluluklarımız ise sadece radyo ve televizyon yayıncılığı ile sınırlıdır. Elbette bunu ifade ederken radyo ve televizyon yayıncılığını küçümsemiyorum. Radyo ve televizyonlar medyanın en önemli belki de en etkili araçlarındandır. Kanun kısaca bize düzenleme ve denetleme şeklinde iki yetki veriyor. Düzenleme yetkisi, yayın kuruluşlarının lisans işlemlerini, teknik yeterliliklerini ve uymaları gereken bürokratik kuralları kapsar. Denetleme yetkisi ise bir yandan yayın kuruluşlarının teknik şartlara uyup uymadıklarının denetlenmesi diğer yandan da yayın içeriklerinin denetlenmesi şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Vatandaşlarımızı ilgilendiren husus, işte bu yayın içerikleriyle ilgili denetleme konuları...”   Esat Çıplak-3   BİREYLERİN ORTAK PATRONAJI OLAN “MEDYA”   “Medyanın “Dili” ve medyanın topluma etkisi hakkında ne düşünüyorsunuz?” “Medya, etki yayan bir olgudur. Kurduğu dil hegomoniktir, maruz bırakır; aynı zamanda standartlaştırır, zihin inşa eder. Bireyler görsel medyadaki bu dili, farkında olmadan günlük hayatının her alanında tedavüle sokar. Bugün birbirini uzaktan yakından tanımayan insanlar dahi bu kurgulanmış dil aracılığıyla saatlerce tartışabilir, konuşabilir. Türk kültürünün kadim bileşenleri dağılmaktadır. Değişen toplumsal yaşantının bir uzantısı olarak, çok az bir araya gelme fırsatı bulan, eş dost da gözden ırak olup gönülden de ırak olmamak adına; “sahte ortak paylaşım” kurgusuna, yani medyanın diline sarılmakta, muhabbetler tüm bireylerin ortak patronajı olan “medya”, diğer bir deyişle gündemdeki haber yahut diziler vasıtasıyla sağlanmaktadır. Meselâ, günlük hayatın yoğunluğuna rağmen bir araya gelme fırsatı bulanlar dahi “ev sahibi, konuk ve televizyon(medya)” üç sacayağı üzerinde komşuculuk oynamaktadır. Bireyler, hayatlarında medya yokken bir araya geldiklerinde ne konuşurlardı? Medya topluma yön verdiği gibi, toplum da medyaya yön verir. Medya reyting için toplumun yaşam tarzını irdeler ve aldıklarını süsleyip alıcısına yani topluma sunar. Dolayısıyla yaygın olmayan yaşam tarzı yaygın hale gelebilir. Aile içi şiddetin mahremiyetinin kalkması; “şiddet”in kınanması niyetini yaygınlaşması gibi bir sonuca götürmüştür. İçsel gelişimini tamamlayamamış çiftler medyayla birlikte kendilerini “modern” denilen yaşamın içinde bulmuşlardır. Bu çiftler gelenekle modernitenin arasında sıkışıp kalmış; erkek ataerkilliğini gücüyle göstermeye kalkmaktadır. Çünkü gelenekten gelen kodlara sağlıklı bir aktarımla değil medya aktarımı ile sahip olan erkek geleneği bu olarak yorumlamaktadır. Özellikle yeni yetişen nesiller bu arada kalmış çiftlerin ve medyanın biçimlendirdiği nesillerdir.”   “Kültürün medyada temsili sizce ne durumdadır?” “- Günümüzde kültür ve ekonomi ayrılmaz derecede iç içe geçmiştir ve birbirini etkilemektedir. Bu durumun en büyük belirleyici ve tetikleyici unsuru medyadır. Modern ve postmodern dönemde medya kurumları aracılığıyla eğlence kâr amaçlı bir etkinliğe dönüşmüş ve hayatın her alanı sanat da dâhil olmak üzere metalaşmıştır. Günümüz bireylerinin toplumsallaşmak için sokağa çıkma ihtiyaçları ortadan kalkmış ve bu işlevi medya üstlenmiştir. Kültür artık televizyon ekranlarından yayılan, gazete sayfalarında fotoğrafı görülen bir ticaret nesnesidir. Bununla birlikte, kültürümüzün görünür kılınması ve çok geniş bir coğrafya ölçeğinde diğer toplumları etkilemesi yönünde medyanın olumlu bir işlevi vardır.”   TV DİZİLERİ TÜKETİM İDEOLOJİSİNİN BİR ENSTRÜMANI   “Bir ‘dizi furyası’ bekleniyor, bu konuda bir tespitiniz, bir mesajınız var mı?” “- Öncelikle şunu söyleyebilirim, biz dizi sever bir toplumuz. Akla şu soru gelebilir: “Toplumun bu zaafını fark edip, değişik stratejilerle proje uygulayan derin akıllar var mıdır?” Zira Türk toplumunun sosyal dokusu çok sağlamdır. Kolay kolay nüfuz edemezsin, bu kadar güçlü bir yapıyı nasıl zedelersin? Bu bakımdan televizyon dizileri toplumun yumuşak karnıdır. Bizde yani toplumda yerleşik büyük bir yanılgı var, yok efendim medya şöyle yapıyor, medya böyle yapıyor. Evvela medya kendi kendine karar veren bir özne değildir. Medya işlevsel anlamda bir araçtır. Yani onu kullanana ve yönlendirene bakacaksın, arkasında kim var ona bakacaksın. Baktığımız dizi yapımları bir nevi seri imalata dönüşmüş durumda. Dizilere bakıyorsunuz, müthiş bir şatafat, havuzlu villalar, büyük şirketler, ağalar, konaklar, milyonluk spor arabalar, fakat bunun kaynağı gösterilmiyor, nereden gelmiş bu servet, bu bolluğun kaynağı nedir? Benim şehrin kenarlarında yaşayan veya kırsal kesimde yaşayan kıt kanaat geçinen yeni yetişen kızım, delikanlım bundan nasıl etkileniyor? Lüks hayat yaşamak için, çalışmaya, emek harcamaya sanki ihtiyaç yokmuş gibi bir algı oluşuyor bu insanlarda. İşte toplumu tehdit eden husus budur. Bu algı aynı zamanda toplumu tüketime alıştırmak işlevini de gerçekleştiriyor. Bu bakımdan TV dizileri tüketim ideolojisinin bir enstrümanı gibi çalışıyor. En mühimi de dizilerde ortaya konan insan ilişkilerine bir bakın. Türk toplumuyla uzaktan yakından hiç alakası olmayan ilişkiler sergileniyor dizilerde. Bu konuda pek çok örnek sayabilirim. Amcasının karısıyla ilişki yaşayan yeğen, kardeşinin eşine âşık olan kadın, evlilik dışı ilişkilerin meşrulaştırılması, evlilik öncesi ilişkilerin normal karşılanması hatta özendirilmesi. Bu senaryoları kimler yazıyor, bu yapımcıların bu toplumla yaşamsal anlamda ne tür ilişkileri var ona bakmak lazım. Yani bunu ortaya koyanlar bu toplumun bir parçası mı, içinde mi yaşıyorlar? İnsan şaşıp kalıyor, nasıl oluyor da bu kadar toplumun mayasına uymayan şeyler, ardı ardına insanların gözünün içine sokarcasına sergileniyor?”   Mustafa ÖNDER [email protected]  

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren ve imla kuralları ile
yazılmamış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa ÖNDER Arşivi
SON YAZILAR